SİYASET

Muhsin Kızılkaya : Selamün aleyküm!

Tarih
17 Nisan 2016
İzlenme
Kişi
Yazar
Muhsin Kızılkaya

Geçen hafta bugün, tarihte ilk defa THY’ye ait uçakla Diyarbakır’dan Erbil’e uçup alanda bizi bekleyenlerle ilk karşılaştığımızda, heyetimizin başkanı Mehdi Eker karşılayıcılarımıza “Selamün aleyküm” diyerek uzattı elini.

Onlar da “Aleyküm selam” diyerek aldılar selamımızı...

Buradan giden heyette Diyarbakır Valisi’ni, yardımcısını ve birkaç memuru saymazsak Kürtler çoğunluktaydı.

Alanda bizi karşılayanlar arasında ise Erbil Valisi ve resmi Kürt yetkililerin yanında, THY görevlisi bir hayli Türk vardı.

Diyarbakır’dan giden Kürtleri, Türkleri, Erbil’deki Türkler, Kürtler karşılıyordu.

“Selamün aleyküm” bizi birleştiren ortak “barış” dileğiydi.

***

Havaalanında resmi tören ve protokol konuşmaları yapılırken, bu tarihi seferin ileride tarihçiler tarafından nasıl yazılacağına gitti aklım.

Bir yandan da Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun birkaç hafta önce başlattığı “Selamün aleyküm” seferberliğini hatırladım.

***

Türklerle Kürtler, ilk defa bugün birbirine “Selamün aleyküm” demiyorlardı.

Bundan bin sene önce Malazgirt’te ilk defa birbirine “Selamün aleyküm” demiş, 500 sene sonra da Çaldıran’da İdris-i Bitlisi bu nidayı biraz daha yüksek sesle dillendirip kenetlenmeyi sağlamış, tarih içinde birçok badireyi beraber atlatmış, sonra bundan 100 sene önce de bu kez Çanakkale’de, daha sonra da Kut’ül Amare’de İngilizleri iki kez büyük bir utanca boğmuş, sonra da 1920 yılında aynı Meclis’te bir kez daha birbirine “Selamün aleyküm” diyerek iki halkın ruhundan tek bir “Türkiye ruhunu” yaratmışlardı.

Bizi hâlâ bir arada tutan şey işte bu ruhtur!

Ama ben bu ruhtan çok, başka bir “Selamün aleyküm” hikâyesini anlatmak istiyorum bugün size.

***

Hikâye, eski Sovyetler Birliği’nde yetişmiş, Kürt edebiyatında hikâye alanında önemli ürünler vermiş Tosine Reşid’e ait. Bundan yıllar önce Türkçe’ye çevirip “Sürgün, Göç ve Ölüm” adlı derleme hikâye kitabı arasında yayınlamıştım.

Şimdi bu dokunaklı hikâyeyi özetleyerek bir kez daha anlatmanın tam zamanı.

***

Eski Sovyetler Birliği’nde Stalin dönemi... Herkesin herkesi “ajan” ilan ettiği, muhaliflerin kanının oluk gibi akıtıldığı bir dönem... Rewan’da çok sayıda Kürt aile var. Çoğu Türkiye’den gitme... Bir kısmı Şeyh Sait ayaklanmasında kaçmış, bir kısmı Yezidi diye sürgün yemiş, bir kısmı da orada hayat daha kolay diye gitmiş Kafkasya’ya.

Bir gün Rewan’da yaşayan Kürtlere sürgün emri çıkarır Stalin. Nedeni yok; suçları ne, kimse bilmiyor. Kamyonları dayıyorlar evlerin kapısına, yanlarına birkaç eşya almalarına izin verip aynı kamyonları bu kez tren vagonlarının kapısına dayıyorlar.

Hikâyemizin kahramanı Silo’un ailesi de bu ailelerden birisidir. Silo’nun ağabeyi ölmüş, yengesi ve çocukları da ona emanet, kendisinin 4 çocuğu var. Hepsini bir vagona dolduruyorlar bir kış başı ve tren doğuya doğru yola çıkıyor.

1 hafta sonra ıssız bir yerde duruyor tren. Vagonlarda ölü var mı diye bakıyorlar, varsa ölüyü indirip, orada istasyon görevlilerine teslim ederek yola devam ediyorlar.

Bu sırada Silo’nun bir yeğeni hastalanıyor. Ateşi 40’ı geçiyor, ilaç yok, trenin içi zemheri soğuk... İlaç istiyorlar tren durduğunda askerlerden, ilaç veren yok. Birkaç gün içinde çocuk, annesinin kucağında, ateşler içinde yanarak ruhunu teslim ediyor.

Tren durmadan doğuya doğru yol alıyor.

Silo, yeğeninin ölüsünü teslim etmiyor; biliyor bir yol kenarına atacaklar. Oysa o dini bir törenle toprağa vermek istiyor ölüsünü. Vagonun içinde soba var, yakmıyorlar ceset kokmasın diye. Soluklarıyla ısınıyorlar, annesi çocuğun başında gözyaşı döküyor, kalabalık aile hep birlikte taziyeye oturuyor.

Günler sonra uzak, çok uzak bir yerde, Tanrı Dağları’nın orada tren aniden duruyor. Hepsini vagonlardan indiriyorlar. Kamyonlara bindiriyorlar. Silo ve ailesini de bir kamyona yüklüyorlar; bu kez kamyon kuzeye doğru yol almaya başlıyor. 4 saatlik bir yolculuktan sonra kamyon onları bir bozkırın ortasında, uzaklarda dağların seçildiği, keskin bir soğuğun hüküm sürdüğü, rüzgârın uğultusundan başka bir sesin işitilmediği bir büyük ıssızlığın tam ortasında bırakıp gidiyor.

Silo, ailesi ve yanlarında bir çocuk ölüsü... Ne yapıp edip bir an önce cesedi toprağa vermeli. Açlar, susuzlar, tanımadıkları bir gurbet yerdeler... Çaresizler. Sonsuz bozkırın içinde çok küçükler. Uzaklardaki dağlar üzerlerine geliyor. Issızlık... Sessizlik ve kesif bir yabancılık duygusu...

Bir de bakıyorlar ki uzaklarda kendilerine doğru gelmekte olan 4 süvari... Atlılar gittikçe yaklaşıyor, yaklaşıyorlar... Van’dan Kafkasya’ya ceberut devletin zulmünden kaçmış olan Silo, başka bir ceberut devletin zulmüne uğrayarak getirilmiş buraya, burası rüyalarında bile gördüğü bir yer değil, hele şu gelen insanlarla hiç karşılaşmamış. Renkleri sanki solgun, yüzleri yuvarlak, gözleri küçük ve çekik...

4 süvari yanlarına gelince, en yaşlıları atından iniyor ve:

“Selamün aleyküm!” diyor.

Silo’nun içinde aniden güller açıyor:

“Aleyküm selam” diyor.

Bu iki kelime yetiyor, Tanrı Dağı’nın eteklerinde yaşayan bir Türk ile ta Van’dan buraya atılmış bir Kürt’ün, dünyanın bu ıssız yerinde, öteki ucunda birbirine sarılmalarına. Birbirlerine sarılıyorlar.

***

“Selamün aleyküm!”

Habertürk
17 Nisan 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;