SİYASET

Murat Zelan : Korkma!

Tarih
10 Aralık 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Murat Zelan

İstiklal Marşı'mız “korkma” diye başlıyor.
Biz, ne anlama geldiğini biliyoruz bunun.
Bu, Rasulullah'ın Ebu Bekir'e söylediğidir.
Sevr mağarasında söylenmiştir.
Bizim “sevr antlaşmamız” budur.
Ama siz, yola çıkmadan önce terk ettiğimiz ilk şeyin korkularımız olduğunu göz ardı ediyorsunuz bayım.
İstiklal Marşımızın heyecanını da paylaşamıyorsunuz.
Korkuyorsunuz. Korkuyor ve küçülüyorsunuz.
Korktuğunuz yetmezmiş gibi, korkularınızı, bulaşıcı bir hastalık gibi etrafınıza yayıyorsunuz.
Kendinizi küçülttüğünüz yetmezmiş gibi, ülkenizi de küçültüyor ve halkınızı da küçümsüyorsunuz.
Millet olmak nedir bilmiyorsunuz, belki biliyorsunuz da, bu millete ait hissetmiyorsunuz kendinizi.
Türkiye ne zaman kabuğunun dışına taşsa, sınırlarını zorlasa hemen telaşa kapılıyorsunuz.
Çitleriniz var çünkü.
Korkup, gidemiyorsunuz çitlerin ötesine.
Sezen Aksu'nun şarkısındaki küçük Ünzile gibisiniz.
“Korkar, durur gitmez
Köyün en son çitine…
İnanır o sınırda dünyanın bittiğine…”
Sorsalar, en iyi, en doğru siz düşünüyorsunuz.
Düşünceleriniz engin…
Fakat nedense dünyanız küçük bir köy kadar.
Ufkunuz sınırlı…
Heyecanlarınız sınırlı…
Hatta heyecan namına hiçbir şey yok sizde.
Çünkü heyecan size göre değil…
Siz, rasyonelsiniz. Akılcısınız.
Fakat nedense, o rasyonel düşünceleriniz, o aklınız, size, hep, başkalarının sizin için çizdiği sınırlar içinde kalmayı telkin ediyor.
Aslında siz akletmiyorsunuz, size sunulan reçeteleri mantıkileştiriyorsunuz, size verilen görev bu: Yılgınlık, bıkkınlık, rehavet oluşturmak; korku pompalamak.
Ortadoğu'da haritalar değişmek üzere diyorsunuz.
Oh, ne müthiş, ne derin bir okuma!
Haritaların değişmesini izliyor, izliyor ve izliyorsunuz. Sadece izliyorsunuz.
Stratejileriniz sadece izlemek üzerine kurulu…
Bir film şeridi gibi gelip geçiyor yüzyıl önünüzden…
İçinizden birinin, artık kendi filmimizi çekelim, kendi hikâyemizi anlatalım demesine anlam veremiyorsunuz.
Yönetmenlik değil figüranlık uyuyor çünkü size…
Oyun kurmak imkansız geliyor, başkalarının kurduğu oyundaki oyuncu olmayı yeğliyorsunuz bu yüzden.
Yüzyılı şekillendirmek, yüzyıla damga vurmak hele, nasıl da ürkütüyor sizi.
Yüzyıl… Ne kadar büyük bir kavram, gözünüzde ne kadar büyüyor değil mi…
Bu yüzden ancak on yıllık dilimler içinde düşünüyorsunuz.
On yıllık, belki hatta, birkaç yıllık… Belki de birkaç ay, birkaç günlük.
Haddinizi biliyorsunuz, eksik olmayın.
Çünkü çok fazla “büyükleriniz” var.
Amerika büyük, Rusya büyük, İngiltere, Almanya, Japonya büyük…
Büyükler ve süperler…
Büyüklerinize hürmet etmeyi iyi öğrenmişsiniz, eksik olmayın.
Çok fazla hale etkisi var üzerinizde…
Büyüklerin, uluların, yücelerin, kutsal, kutsal, kutsal haleleri…
“Dünya Beşten Büyüktür” denildiğinde, arı kovanına çomak sokmak geliyor aklınıza…
“One minute” denildiğinde korku içinde yüzünüzü buruşturup alt dudağınızı ısırıyorsunuz.
Putin kaşını gözünü oynatmaya başladı diye, korkularınız harekete geçiyor…
Sadece korkularınız değil, düşmanlığınız, öfkeniz, hırslarınız da giriyor devreye…
“En az beş yeriz” diyorsunuz sahaya her çıkışımızda, hükmen mağlup ilan ediyorsunuz ülkemizi.
İşte, başladınız yine, “ayıyla dans edilmez” demeye…
Haçova Meydan Savaşı'nda, Cafer paşa, karşısında büyük haçlı ordusunu görünce, “alnımızın yazısı bu imiş” demişti.
Bu coğrafya bizim alın yazımızdır.
Bu coğrafya bizim kaderimizdir.
Siz belki bilmiyorsunuz, belki unutmuşsunuzdur…
Oysa biz bu coğrafyada, binlerce yıldan beri ayılarla, kurtlarla, çakallarla dans ediyoruz.
Moğollar geldi geçti…
Haçlılar geldi geçti…
Yedi düvel geldi geçti…
Nice orduları dize getirdik, çeşitli meydanlarda.
Malazgirt'te başladık bu işe… Sakarya'da devam ettik…
Muzaffer de olduk, mağlup da…
Fetihler de yaptık, kaybettiğimiz topraklar da oldu.
Buna da eyvallah…
Savaş istemiyoruz. Barış hâkim olsun istiyoruz.
Bu yüzden bu topraklarda barış, hoşgörü, adalet ve kardeşliği yücelten bir medeniyet kurduk.
Fakat günün birinde, kaçınılmaz olanla karşılaşırız korkusuyla çil yavrusu gibi dağılıp gitmedik.
Kaybederiz, yeniliriz diye de korkmuyoruz.
Bu yüzden, yenildiğimiz zamanlarda, “Yenildik ama ezilmedik” diye avutuyoruz kendimizi.
Çünkü biz, aslında, yenilmeyi değil ezilmeyi yakıştıramayız kendimize…
Belki de bu yüzden, aslında bütün cümlelerinden derin bir umutsuzluk akan Beckett'ın umudu anlatan tek sözünü, “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil” cümlelerini alıntılıyoruz.
Belki yıkılırız, ama biliyoruz ki her seferinde yeniden ayağa kalkarız.
Küllerinden doğmak nedir, biliriz biz.
Ama siz bayım, siz eziksiniz.
Siz ağıtlar yakmaya devam edin…
Biz, ne olursa olsun, destanlar yazmaya devam edeceğiz.
Biz, Mehmet Akif'ten öğrendik destan yazmayı…
Herkes, Çanakkale'den ağıt çıkarırken, Mehmet Akif acının içindeki balı gösteriyordu, milletin canhıraş yazdığı kahramanlık destanını işaret ediyordu.
Yeni bir düşünme biçimi sunuyordu. Yeni bir hissiyatla dolduruyordu halkını…
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! / Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. / Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... / Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.” diyordu.
Burası Anadolu.
Burada korkaklar tarih yazamadı.
Hatta tarihten silinip gittiler.
Siz de silinip gideceksiniz.
Biz buradayız.
Hep burada olacağız.
Çünkü korkmuyoruz.

Yenişafak
10 Aralık 2015

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;