GÜNCEL

Yusuf Alabarda : Kuruyan ve kirletilen nehirlerimiz ve göllerimiz değil, evlatlarımız

Tarih
21 Ağustos 2022
İzlenme
Kişi
Yazar
Yusuf Alabarda

Dış politika ya da iç siyasete dair bir değerlendirme yazmak için kalemi elime almaya yeltendiğimde önüme düşen bir haber beni hassas olduğum bir konuya dair bir değerlendirme yazısı yazmaya sevk etti.

 

Dünya tatlı su kaynakları alarm veriyor’

Aslında daha önce de bu köşede ülkemizdeki tatlı su havzalarının korunmasına dair kaleme aldığım bir değerlendirmede belirtmiştim; tüm dünyadaki su miktarı beş litrelik bir kaba konulsa dünya olarak sahip olduğumuz tatlı su kaynağı bu beş litrelik toplam suyun içinden sadece bir çorba kaşığı kadar.

 

Avrupa’nın son 500 yılın en kurak günlerini yaşadığı bir dönemde Türkiye’nin tatlı su kaynaklarının kullanımına dair bazı konuları sizlerle paylaşmak istedim.

Artık her geçen gün daha fazla duymaya başladığımız bazı kavramlar var ‘gıda güvenliği, enerji güvenliği, tedarik zincirleri, tatlı su havzaları, havzalar arası transferler, düzensiz göç hareketleri, sığınmacılar’ gibi.

Yeni güvenlik anlayışının da en önemli konuları olan bu kavramların büyük bir kısmı, iklim değişiklikleri, çevre felaketleri ve artan dünya nüfusu ile de doğrudan ya da dolaylı alakalı kavramlar.

İklim değişikliğinin tesirleri bir de çevre felaketleri ile birleştiğinde, gelecek açısından nasıl bir tehlikenin bizleri beklediğini rahatlıkla görebiliriz.

 

Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi Avrupa’da son 500 yılın en kurak günlerinin yaşandığını duyurdu. İşin daha da vahim olan yönü bu kuraklığın önümüzdeki yıllarda daha da şiddetleneceği.

Avrupa’da İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya hattında birçok nehir ve gölet kuruma noktasına gelmiş vaziyette. Almanya’da sorumlu medya kanalları ve sosyal medya hesapları ıslak bez ile silinerek temizlenmenin su tasarrufu açısından değerine vurgu yapıyor.

 

İtalya ve Fransa’da birçok şehirde şehir yönetimleri peyzaj maksatlı bahçelere su verilmesini şimdiden yasaklamış vaziyette.

 

Bizde durum nedir?

 

Beni asıl üzen de tam burası.

İç siyasetteki gelişmelere gösterdiğimiz ilgi ve alakayı neden çevre söz konusu olduğunda göstermeyiz gerçekten anlamak mümkün değil?

Oysa Türkiye’nin sahip olduğu 25 tatlı su havzasının yaklaşık 20 adedi tatlı su niteliğini yitirmiş vaziyette ya da yitirmek üzere.

 

Tarih zaviyesinden baktığımızda bu coğrafyadaki medeniyet havzaları ile tatlı su havzaları bire birdir. Yani nerede bir tatlı su havzası varsa oralarda medeniyetler oluşmuş.

Kızılırmak kenarında nasıl Hitit Medeniyeti doğmuşsa diğer tüm Anadolu medeniyetleri de bu şekilde ırmak ve nehirlerin kenarlarında ortaya çıkarak gelişmişler. Tüm dünya açısından bu hakikatin istisnası hemen hemen yok gibidir.

 

Peki biz bu hakikatten ayrıştırılmış bir ülke miyiz?

Elbette hayır.

O yüzden etrafı ateş çemberi olan bu coğrafyada varlığımız nasıl sert gücü zorunlu kılıyorsa bu coğrafyada yaşamamızın yegâne unsuru olan bu tatlı su havzalarını da göz bebeğimiz gibi korumak ile mükellefiz.

Zaten ülke olarak da su zengini bir ülke asla değiliz, kişi başına düşen 1.520 m³’lük su miktarı ile su sıkıntısı çeken ülke kategorisindeyiz. Uzmanlar 2030 yılına gelindiğinde bu miktarın 1.120 m³ seviyelerine düşeceğini bizlere söylemekteler.

 

Tatlı su havzalarımızın el birliği ile tatlı su vasfını yitirdiği bir ülkede neden Almanya ya da Fransa örneklerinde olduğu gibi su tasarrufu ve çevrenin kirletilmemesine dair konular bizde gündeme getirilmiyor?

Başkentin su ihtiyacını ya da büyük şehirlerin su ihtiyaçlarını havzalar arası su transferleri yaparak sağlamak için büyük yatırımlar yapmış olmak elbette takdire şayan lakin suyun ve çevrenin değerini bilmediğimiz takdirde bu yatırımlar ile de sorunların çözülmeyeceğini bir vakit sonra anlamış olacağız.

 

Kum ocakları neden kapatılmıyor?

 

2872 sayılı Çevre Kanunu’na ek olarak düzenlenen ‘Kum Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması, İşletilmesi ve Kontrolü Yönetmeliği’ çok açık bir şekilde ‘Akarsu ve kuru dere yataklarından malzeme alımı, akış rejimi bozulmadan ve dere yatağında mendereslenmeye meydan vermeyecek şekilde gerçekleştirilir, ekosistem bütünlüğü korunur’ gibi birçok maddeyi ihtiva etse de Susurluk Çayı’nın tamamında kum taban yerini balçık bir zemine bırakmış vaziyette ve akarsuyun debisi son derece azalmış durumdadır.

Diğer tatlı su havzalarında da hakikatin daha farklı olduğunu düşünmüyorum.

yazının devamı

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;