YAŞAM

Serdar Tuncer : Batı cephesinde değişen bir şey yok

Tarih
22 Ekim 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Serdar Tuncer

22 Ekim 2015

Sizi bütün bir yazı boyunca yormamak için en sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim;
Şu dört husus bilinmeden günümüz Türkiye'sinde yaşanan hiç bir olay hakkıyla bilinemez ve anlaşılamaz:

1- Bizim sağcı solcu meselemiz Malazgirt savaşıyla başlar.

2- Türk- Kürt ayrılığı ilk olarak 1453'te ortaya çıkmış, neredeyse fethi engelleyecek boyuta ulaşmıştır.

3- Siyasi partiler arası kavga, Çanakkale Savaşı'nda en az elli bin askerimizin canına mâl olmuştur.

4- Bu ülkede kansızlığın miladı Abdülhamid Han hakkında 98 'münevver'in 2. Wilhelm'e gönderdiği mektuptur.

Nasıl mı?
Buyurun beraber bakalım:

Malazgirt savaşının bir gün öncesi, tarih 25 Ağustos 1071. Sultan Alparslan, ordu komutanları Afşin Bey, Artuk Bey ve Süleyman Şah'la oturmuş, yarınki büyük muharebe hakkında fikir teatisinde bulunuyor:
“Sulh teklifimizi IV. Romen Diyojen kabul etmeyecek ama siz yine de elçileri gönderin” diyor sultan.
Çadırın kapısı aralanıyor o sıra. Elinde gül şerbetleriyle içeri girmek için destur bekleyen hizmetçi, sırtına isabet eden bir okla yere yığılıyor. Ardından peş peşe beş ok daha…
Altıncı okun üstünde bir not:
“Yarın bu savaşı kazansan da kaybetsen de bilesin ki bu yurdun asıl sahipleri biziz!” İmza: ÇYBH-C
(Çiprasivî Yesârî Başçıbaşılar Halk Cephesi)
Daha Marks'ın doğumuna 747, Bolşevik ihtilâline 846 sene vardır.
***
Yirmi sekiz defa kuşatılmasına rağmen bir türlü alınamayan İstanbul'un fethine artık az bir zaman kalmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han, çift katlı surları yıkmak için, o güne kadar görülmemiş çap ve sayıda topun dökülmesi gerektiğini bilmektedir. Emri verir, vazife üç kişinindir: Muslihiddin, Saruca Paşa ve Macar Urban.
Urban, dedeleri iki asır önce Macaristan'a göçmüş bir Kürt ailenin çocuğudur. Muslihiddin ve Saruca paşaların kendi aralarında konuştuğu dil dikkatini çeker, tanıdık gelir bir yerlerden. Babaannesinden hatırladığı iki kelimeyi birgün Muslihiddin Paşa'ya söyleyiverir: “Çewani kekê?”
Artık sivil itaatsizlik zamanıdır.
Fetih için mutlak şart olan topları dökebilecek bu üç isim, ordudaki bütün Kürtleri bir araya toplar. Plan bellidir: Fatih'e gidecekler ve “şayet fetih gerçekleşir ama Üsküdar'dan bu yanı Kürdün yurdu olmazsa bu toplar dökülemez” diyeceklerdir.
Kaderin cilvesine bakın ki tarihteki ilk Kürt isyanına mani olacak şey, aşktır. Urban'ın kızı, koyu bir Türk milliyetçisi olan Ulubatlı Hasan'a âşık olmuştur zira.

Ulubat o zamanlar Osmaniye'nin merkez ilçesidir.
***
Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa, gelen bir telgrafla ateşler içinde yatağa düşer. Paşa'nın hastalık sebebinin o telgraf olduğunu herkes bilmektedir ama telgrafta ne yazdığını Cevat Paşa'dan başka kimse bilmez.
En azından bu zamana kadar biz böyle zannediyorduk.
Çanakkale Savaşları'na katılmış bir tabip yarbay, o telgrafın bir kopyasını vefatından önce torununa bırakmıştır hâlbuki. O metni özetleyerek paylaşıyorum:
“ Muhterem Paşam,
Siyasi görüş ayrılıklarından dolayı, savaşın hengâmesini bahane ederek birbirini öldüren askerimizin sayısı takribi elli bindir…”
Atina'da ilk oy kullanılalı 2318, Magna Carta Sözleşmesi imzalanalı 703 sene olmuştur.
***
Yıldız Sarayı'nda Ulu Hakan'dan başka herkeste bir telaş var. Tarih, 16 Ekim 1898. İki gün sonra Alman İmparatoru II. Wilhelm ve imparatoriçe ziyarete gelecekler.
Abdülhamid Han, her zamanki mutadı üzere kahvesini içip Selamlık'a çıkmış, masasının başına oturmuş, Başkâtip Paşa'yı istiyor. Biraz canı sıkkın gibi, ama renk vermiyor. Elinde bir mektup var. 98 münevverin yazıp imzaladığı, II. Wilhelm'e ulaşmadan Yıldız İstihbarat Teşkilatı marifetiyle Hünkâr'a getirilen bir mektup.
Mektup, tazim ve hürmetten sonra, majestelerinin müstebid padişahı niçin ziyaret etmemesi gerektiğini, Türk aydınının bu ziyareti neden yadırgadığını anlatıyor.
Abdulhamid Han'ın mektubu uzattığı Başkâtip Paşa diyor ki:
Hünkarum! Türkiye Türkleründür ceridesünde 150 gün ilan virsek, Acunzâde Ilıca Paşa'ya 150 müsabaka tertib eddürsek bu kadar şuursuzu bir araya getüremezdük!
Hürriyet'in çıkışına 50, Acun'un doğumuna 71 sene vardır henüz.

Haydi sondan başlayalım.
Kızmayın ama!
Size yalan söyledim.
Alman kralına öyle bir mektup, değil doksan sekiz, iki imzayla bile gitmedi.
Abdülhamid Han devrinin bırakın münevverini, namussuzu bile devletini ve devlet başkanını hem de uydurma sebeplerle başkasına şikâyet etmeyecek kadar namusluydu zira.
Size yalan söyledim:
Ne Malazgirt ovasında sağcı solcu vardı, ne İstanbul'un surları dibinde Türk-Kürt, ne de Çanakkale'de o partili bu partili…
Gerçek şu ki:
Ne Malazgirt ovasında sağcı solcu vardı, ne İstanbul'un surları dibinde Türk-Kürt, ne de Çanakkale'de o partili bu partili!
Millettik, hepsi bu!

Biri ve diğeri

* Biri hakikat için can verir, diğerinin aldığı nefes bile yalandır.
* Birine baksa ok utanır doğruluğundan, diğerine baksa yay haline hamd eder.
* Biri herkese kandil, diğeri kendisine de gece.
* Birine her yer Kerbelâ, diğerine her yol Paris.
Birine kısaca adam denir, diğerine sadece hikâye.

Hüseynî meşreb

Zaman ve mekân, yaratıldıkları günden bu yana Kerbelâ hâdisesi kadar büyük bir trajediye şahitlik etmedi.
Kerbelâ'da şehid edilen kim?
Şehid olacağını bile bile hangi uğurda yürüdü, niçin yolundan dönmedi?
Nasıl şehid edildi?
Bu üç sorunun cevabını hakkıyla verebilenlere ilk cümle o kadar da iddialı gelmeyecek. Evet, insanlık tarihinin en büyük trajedisidir Kerbelâ.
Bizim bu sorulara verdiğimiz cevaplar, o cevapları verirken kullandığımız her bir kelimeye kalbimizce yüklenen mânâ ve o mânâyı hayatımıza tatbik etme biçimimiz, Müslümanlık kalitemizin de mihengidir aynı zamanda.
***
Ehl-i Beyt-i Mustafa'ya (s.a.s) muhabbet etmek; Muharrem günlerinde elimiz suya uzanırken bağrımıza yayılan sızıyla, tebessümlerin yüzümüzde sebepsiz donup kalmasıyla, ismi Hüseyin olan bir arkadaşımıza seslenirken gözlerimizde beliren nemle başlar, Hüseynî meşreb olmakla devam eder.
“Yâre-i aşk ile ah eyle sen dem-be-dem
Her Hüseynî meşrebe Kerbelâ'dır bu âlem”
Ne demek Hüseynî meşreb olmak?
Yukarıdaki beytin şairi Arif Hikmet Gökoğlu, başka bir şiirin ilk dörtlüğünde bu ifadeyi şöyle şerh ediyor:
“Hüseynî meşreb ol, bir can için havf ü recâdan geç
Gazâ-yı Kerbelâ-yı aşka gir merdâne merdâne
Hudâ'dan gayre râm olma, bu halka ilticâdan geç
Cihân düşmânın olsun sen dolan ferdâne ferdâne”
Tarihin en büyük trajedisi yaşandı, bitti. Fakat Kerbelâ kahramanının, hakikatin yanında haksızlığın karşısındaki duruşu, bizlerin boynunda, taşınması gereken bir borç olarak duruyor ve duracak kıyamete kadar.
Haklı olduğumuzda geri adım atmayarak, düşmanımıza bile mert olarak, canımız pahasına hakikati savunarak, Hüseynî meşreb olmak sırrına biraz yaklaşabiliriz belki. Bu zor olanı…
O sırdan uzaklaşmak içinse yapacağımız tek bir şey var: Hüseynî meşreb olmayı bile gündelik siyasetin sığ perspektifinden seyredip, yorumlamak. Bu da işin kolayı…
Zora tâlip olanlara, kolay gele…

 
Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

YORUMLAR

  • islam birliği

    23 Ekim 2015 11:19
    0 2
    sayın TUNCER sizin yukarda kürtler hakkında yazdıklarınızın kaynağı varmı. fetihte yok topu dökenlerin üçüde kürtmüşde fatihten toprak isteyeceklermiş. unutmayınki karaman oğulları türktür ve osmanlıya etmediklerini bırakmamışlardır. ama buna karşılık kürtler kendi topraklarını yavuza vermişlerdir. ellerindeki toprağı osmanlıya veren bir halka bu nasıl bir iftiradır. Bu yazıyı yazarken kürtlere iftira atma ihtimalinin olduğunu hiç düşünmedinizmi. Ergenekon efsanesi gibi bir yalan olsa gerek. BU YAZIYIDA MANŞETTEN VEREN SESLİ MAKALEYEDE YAZIKLAR OLSUN
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;