KÜLTÜR/SANAT

Salih Tuna : Paralel yobazın 'Kertenkele'yle imtihanı

Tarih
27 Ekim 2014
İzlenme
Kişi
Yazar
Salih Tuna

27 Ekim 2014...
General telaş içinde emir yağdırıyordu yakıtı bitmiş tanka, 'Çalış hadi, düşman yaklaşıyor; çalış lan!..'

Tank posta atarcasına cevap veriyordu: 'Ben senin askerin değilim; mazot yoksa bir adım atmam.'

Bu diyaloğu, Bertolt Brecht'in 'İki Mültecinin Konuşmaları' adlı yapıtından uyarladığım, 'Mülteciname' adlı oyunumdan aktardım.

Uyarlama dediğime bakmayın. Ferhan Şensoy marifetiyle söylersek; Brecht yazmış, ben bozmuştum.

Oyun yasaklanmış; biz de, askerin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif suçu da dâhil, 6 yılla yargılanmıştık...

Hayır, ara rejim değil, ANAP iktidarı zamanında. (Bundan yaklaşık yirmi beş yıl mukaddem, yani, bu satırların yazarı henüz yirmili yaşları sürerken.)

Halbuki, söz konusu sahnede ne generalin (üniformasından) hangi millete mensup olduğu, ne de olay mahallinin hangi ülkeye ait olduğu belliydi.

Bizim 'general'in günahı, fazladan Türkçe konuşmasıydı. Eh yani buna da eli mahkumdu; Genç Adam Sahnesi oyuncuları Türk ve oyunun sergilendiği ülke Türkiye olduğu için.

Tank mı?

Müddei kafayı fena takmıştı, bari siz takmayın. Hani, Brecht'in, 'Tankınız ne güçlü, ne güçlü / Bin insanı ezer geçer / Ama bir kusurcuğu var / Sürecek insan ister' mısralarında anlattığına benzer bir şeydi işte.

Canım, sadece bu yüzden 6 yılla yargılanmadık elbette. İddia makamına bakacak olursak, mezkur oyun maşallah baştan aşağı suçtan ibaretti. Cumhurbaşkanlığı makamına hakaretten tutun da, bir hobi olarak bile ilgimi çekmeyen komünizm propagandasına kadar yemediğimiz halt kalmamıştı.

Sağ olsun, Hüseyin Hatemi hocamız sevabına çok güzel bir 'savunma' yazmıştı da yırtmıştık.

Bütün bunları bir vesileyle bu köşecikte vaktiyle anlatmıştım, tekrar etmemin bir nedeni var, lütfen sabredin.

Böyle çok 'badire' atlattık!

Mesela, 1994'te senaryosunu yazdığım 35'lik bir filmin başına gelenleri anlatsam apayrı bir 'film' olur.

Sadece şu kadarını söyleyeyim: O yıl gişe balkımdan en çok izlenen ikinci filmden 40-50 kat fazla izlendiği halde Antalya Film Festivali'nde 'halk jürisi ödülü' bile gündüz gözüyle gasp edilen, Genelkurmay'ın düşük yoğunluklu 'muhtıra' vermesine neden olan söz konusu filmimizle yurt dışında ödül almıştık. Lakin Türkiye'de adeta linç edilmiştik.

Bunlar nihayetinde ceberut devletin yobazlıklarıydı. Yani, solcu sağcı, dinli dinsiz, Kürt Türk, Sünni Alevi kim olursa olsun sanatla iştigal eden her faninin az veya çok muttali olacağı hallerdi.

Bizim durumumuz daha da zordu.

Zira ceberut devletin yanı sıra ekstradan 'yobazlarla' uğraşmak zorundaydık.

Sizin anlayacağınız, Necip Fazıl üstadımızın ham yobaz kaba softa dediği tiplerle.

Bir örnek vermek isterim:

Bir dönem birçok drama gerçekleştiren bir özel televizyon kanalına 1994'te, 4 bölümlük 'Kimsesizler' adlı bir dizi yazmıştım. (O vakitler, 4 bölüm 60'ar dakikalık işler de yapılıyordu, televizyon filmi adı verilen 90 dakikalık tek bölümlük işler de.)

Yetimler yurdunda birlikte büyümüş biri kız 5 arkadaşın hikayesiydi. Dizi, yetiştirme yurdu sahnesinin ardından tren- kompartıman sahnesinde 5 öksüz ve yetim arkadaşın 'muhabbetiyle' açılıyordu.

Söz konusu televizyonun drama departmanı 'olmaz' demişti, 'nikah düşen yetişkin bir kızla yabancı erkeklerin aynı kompartımanda yolculuk yapmaları caiz değildir.'

Ne desek olmadı; 'Sen bunu 90'lık bir televizyon filmi yap' hükmünü verdiler.

Kalemiyle geçimini sağlayan, henüz çocuğu dünyaya gelen biçare senaristtim; naçar fermana riayet ettim. (Nazif Tunç'un yönettiği 'Kimsesizler' youtube'da var; merak edenler izleyebilir. Bütün o yaşadığımız fecaatlere rağmen bence izleyin, boşa vakit geçirmiş olmazsınız.)

Örnek çok, hangi birini anlatayım.

Uzun lafın kısası, devletin ceberut yobazlıklarının yanı sıra bu yobazlıklarla da boğuşuyorduk.

Bir de tanıklık ettiğim vakalar var ki hiç sormayın. Yine de ne zaman aklıma gelse tüylerimi diken diken eden bir örnek vereyim.

Ahmet Kekeç'le İmza dergisinde takıldığımız yıllarda, Okay Temiz'in sabah ezanı yorumunu tekrar tekrar dinlerken yobazın biri geldi ve 'bu ezanla dalga geçiyor, haddini bildirmek lazım' dedi.

Halbuki, Okay Temiz'in sabah ezanı yorumunda bütün bir tabiat adeta zikrediyordu.

Bu anlamaz, bu anlamadığını da anlamaz ahmakların yüzünden neler çektik ah bir bilseniz!

Bütün bunlar, geçen gün atv'de 'Kertenkele' adlı yeni başlayan bir dizinin ilk bölümüne bazı anlama özürlü 'yobazların' sosyal medyada gösterdiği tepkiye muttali olunca aklıma geldi.

Her şeyden evvel atv'yi kutlamak isterim. Çok kaliteli bir 'projeye' imza attıkları için.

'Kertenkele' 'Marmoulak' (The Lizard- 2004)'den esinlenmiş. Öğrendiğim kadarıyla da telifini almışlar. Gerçi Kemal Tebrizi'nin 2004 yapımı mezkur filmi, 1989 yapımı 'We're No Angels'dan (Robert de Niro ve Sean Penn oynamışlardı) daha fazla esinlenmişti ama neyse, bu ayrı mesele.

'Kertenkele'yi son derece başarılı bir şekilde 'yerelleştirmişler.' (Ratinglere bakılırsa daha ilk bölümüyle de izleyicinin beğenisini kazanmışlar.)

Gelgelelim, daha 'sahte imam' ile 'sahtekar imamı' bile tefrik edemeyen kimi dikkatsizler, '17 Aralık darbe teşebbüsünün' akim kalmasındaki büyük fonksiyonu itibariyle atv'yi sistemli şekilde karalayan malum çevrelerin etkisinde kalmışlar.

İyi ki bu davanın Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören gibi öncüleri sanatla edebiyatta iştigal ettiler.

Yoksa bu anlamaz, bu anlamadığını da anlamaz 'yobaz takımı' sırf gösteri sanatlarıyla hemhal olduğumuz için bile canımıza okurdu.
YeniŞafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;