GÜNCEL

Ersin Çelik : İkinci el 'beyaz Toros'un yeni sahibi

Tarih
25 Temmuz 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Ersin Çelik

25 Temmuz 2015

Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması ve yargılanması gündemiyle gerçekleştirilen 1999 seçimlerinin öncesiydi. 17 yaşlarındaydım. Nasıl olduğunu anlayamadan, şimdiki HDP'nin çok öncesi olan HADEP'ın mahalle toplantısında bulmuştum kendimi. Esenler'deydik.

Ailesi Refah ve Fazilet'ten başka parti tanımayan, MGV'ye giden, İmam Hatip'te okuyan ve henüz oy kullanamayan bir genç olarak HADEP toplantısında ne yaptığımı sorguluyordum. Babamın Kürt olması geçer bir neden değildi. Not alınması için, oturduğumuz masaya bırakılan ajandalardaki Atatürk fotoğrafı ve Gençliğe Hitabenin yer aldığı sayfalar itinayla yırtılırken, içeriye dalan gencin “Broşür dağıtan partililerimiz Yüzyıl'da polisten dayak yemiş” sözleri ile salon boşalmıştı. Koşuyorduk, sanırım biz de polisten dayak yemeye gidiyorduk.

Toplantıya beraber gittiğim arkadaşlardan birinin kolumdan tutup bir apartmanın merdivenlerine çekmesi ile HADEP hikayem sonlanmıştı. İlginç bir şekilde onlar için rutin olan bu olaydan beni sakınmıştı. Mahalle arasında top oynarken başlayan muhabbetimiz 'birbirimizi fark edince' bitse de, Kürtlerin beyaz Toros gerçeğini ilk defa o gün ondan dinlemiştim.

Konu otomobil plakalarının çoğunun “TC” olmasından açılmıştı. Gerçekten de dikkat çekici çoğunlukta TC plakası vardı trafikte. Ona göre devlet, yani TC, bu plakalar ile Kürtleri baskı altına alıyordu. Kendini hatırlatıyordu. Bana göre ise devlete düşman olmak için çok saçma bir bahaneydi bu. Fakat beyaz Toros'un “Evinden alınıp bindirilenleri geri getirmeyen” infaz aracı olduğunu kavramıştım. Dönemin İstanbul polisinin; yaşadığı sokağında bile çevirip kimlik sorma ve ekip aracına alıp iki kilometre sonra indirme yıldırmaları ile Güneydoğu'dan nakledilen beyaz Toros 'uygulamaları' bütünleşiyordu kafamda. Devletin tüm bunları yapabilme ve yapmış olma gücünü hissetmiştim. Çünkü ben de 28 Şubat'ı yaşıyordum.

Markar Esayan'ın 2009'da kaleme aldığı “Diyarbakır'daki o beyaz Toros” yazısını okuyunca Kürtlere yaşatılanları daha iyi anladım. Kanlı tekerlek izlerini Ahmet Ay'ın “Ölüm arabalarıydı Beyaz Toroslar” yazısında gördüm. Bu melanet arabayla ilgili okuduğum son yazıyı ise geçtiğimiz 13 Haziran'da İsmail Kılıçarslan yayınladı.

50 insanın yittiği, 16 yaşındaki Yasin Börü'nün vahşice katledildiği Kobani olaylarının getirildiği nokta ve bir haftadır yaşadıklarımız, ülkenin 35 yıllık kanlı sürecindeki rollerin değiştiğini gösteriyor. 90'lı yıllarda devletin sürdüğü o beyaz Toros yeniden yollara çıkarıldı. Fakat 20 yıl önce zulme uğrayan Kürtlerin acılarını bitireceğini sandığımız “temsilciler” var şimdi direksiyonunda.

2014'ün son günlerinde, Şırnak Cizre'de muhafazakarların oturduğu evler uzun namlulu silahlarla tarandı, yetmedi ateşe verildi ve 3 kişi öldürüldü. Hüda Par yöneticisi Aziz Deniz'in 66 yaşındaki babası Abdullah Deniz hastaneye götürülemediği için can verdi. Çünkü, Nur mahallesine giriş ve çıkışı önlemek için, yollara Cizre Belediyesi'nin kepçeleri ile hendek kazılmıştı. Yakılan evlerden birindeki hamile kadın ve çocuklar duvarlar kırılarak tahliye edilebilmişti.

Kobani olayları ve Nur mahallesindeki katliam girişimleri Selahattin Demirtaş'ın “herkesin Cumhurbaşkanı adayıyım” diyerek yüzde 10 oy aldığı seçimlerden hemen sonra, kısa aralıklarla gerçekleşti. 6-8 Ekim'de halkı sokağa çağıran Demirtaş, Nur mahallesinde yaşananlardan, katledilmek istenen insanları ve devleti sorumlu tuttu. Öldürülen üç kişiyi ağzına almadı. Eş Başkanı olduğu siyasetin yönettiği belediyenin, çukurlar kazarak bir yerleşim yerini hayattan koparmasına hiç değinmedi. Evlere ateş açılan binanın yine Cizre Belediyesi'ne ait Mem u Zin Kültür Merkezi olmasını ciddiye dahi almadı. Tıpkı geçmiş hükümetlerin, 'devletin beyaz Toroslarını' görmezden geldiği gibi davrandı. Korkudan yarım ağız dillendirilen iddiaları şiddetle reddeden 'devlet duruşunu' sergiledi Demirtaş. Dilinden hiç düşmeyen “özeleştiriyi” yaparken göremedik hiç kendisini.

7 Haziran seçimlerinden hemen sonra PKK'nın başlattığı infazlara çok rahat tavırlarla 'kulak kapattı' mesela. Görev yaptığı köyde HDP harici iki oy çıktı diye tehdit edilince, canının derdine düşüp zorunlu göç eden imam Halil Özdemir'in iradesini o hep dillendirdiği “eşitliğe” layık görmedi nedense. Her olayın sonucunu devlet baskısına bağlarken, “PKK faşizmi” karşısında ağzını bile açmadı. Ya da açamadı.

Suruç'ta 32 sivilin katledilmesinden hemen sonra partisini, STK'ları ve en tehlikelisi de halkı silahlı önlem almaya çağırdı son olarak. Gerisi ise facia… Adıyaman'da 1 asker şehit edildi. Şanlıurfa'da iki polis PKK'lılar tarafından yaşadıkları evde başlarından vuruldu. Diyarbakır'da çapraz ateşe alınan iki polisimiz şehit oldu. İstanbul Gaziosmanpaşa'da sakallı bir vatandaş IŞİD mensubu denilerek öldürüldü. Yine Adıyaman'da başka bir vatandaş, evinde çocuklarıyla yemek yerken katledildi. “Barajı geçmezsek kan akar” korkusu ile oy toplayan Demirtaş'ın bu çağrısının hemen sonrasında, dağdaki keleşler İstanbul'un göbeğinde görüldü. AK Parti binaları kurşunlandı, bombalar konuldu. Yakılan kamyon ve iş makinelerinin sayısı belli değil.

Türk ve Kürt toplumlarının amasız kucaklaşması konusunda, hem siyaset hem de devlet nazarında 13 yıldır alınan koca mesafeyi tek bir açıklama ile heba edip, her iki topluluğu da ateşe atan her kimse beyaz Toros'un yeni sahibi de odur işte. İkinci el bu beyaz Toros, tüm ülkeyi uçuruma yuvarlarcasına yol alırken, Aydın Doğan medyası da yakıtını hiç eksik etmiyor..

İsmail Kılıçarslan'ın şu cümleleri durumu gayet iyi özetliyor “O beyaz Toros'a bindirip infaz etmeye çalıştıkları şey memleketin ta kendisidir. Sanıyor musun ki sen dışında kalacaksın bu hikâyenin?”

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;