DÜNYA

İsmail Kılıçarslan : Bir toz toprak ülkesi: Pakistan

Tarih
22 Şubat 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
İsmail Kılıçarslan

22 Şubat 2015

Saat 05:30. Yanımızda yöremizde fakirlikleri yüzlerinden, giyimlerinden, ellerindeki silahlardan, altlarındaki arabalardan belli yüzlerce, belki binlerce asker var. Basın mensuplarına tahsis edilen ‘VIP’ minibüs en iyi ihtimalle 1990 model. İlerlemeye başlıyoruz. Bütün köprülerde, tüm elektrik direklerinde Pakistan Başbakanı Navaz Şerif ile Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun yan yana fotoğrafları asılı. Asker sayısının fazlalığından aldığımız kekre tat bu afişlerin fazlalığıyla artıyor.

Zikzak çizerek ilerleyebildiğimiz barikatlardan geçiyoruz durmadan. Sonunda kalacağımız otele ulaşıyoruz. Otel, bir kale gibi korunuyor. Tam otomatik tüfekli askerler, bir dünya barikat, x-ray cihazı vesaire... Oteldeki tüm bu tedbirin Türk heyetinin konaklaması için alındığını düşünüyoruz, ancak Büyükelçiliğimizde çalışan bir görevli gerçeği fısıldıyor: ‘Bize özel değil abi. Bir başka otelde patlayan bomba onlarca kişinin ölümüne neden olunca artık bütün oteller kaleye çevrildi.’

İslamabad’dayız. Seneler içerisinde itinayla bir toz toprak ülkesine çevrilen Pakistan’ın başkentinde yani. Üstelik tüm bunları hayretler içerisinde müşahede ettiğimiz bu şehir, Pakistan’ın en güvenli kenti. Yani Pakistan gerçeğini yansıtmıyor. Hatta şöyle deniyormuş: ‘İslamabad, Pakistan’a çok yakın güzel bir kenttir.’

20 milyonu aşkın nüfusuyla tam bir kaos başkenti olan Karaçi ve karışık etnik-dini yapısıyla her daim patlamaya hazır bir bomba olan Lahor’da işler çok daha feci. Kanalizasyon sisteminden çöp toplamaya, yol yapımından istihdam alanı yaratmaya değin neredeyse hiçbir şey yapılmıyor bu kentlerde. Afganistan El Kaidesinin bile ‘bunlar bizden değil’ dediği kimi yapıları içinde barındıran Pakistan El Kaidesi ve tabi DEAŞ yüzünden herkes korku içerisinde. Şehirlerde günde on saati bulan elektrik kesintileri uygulanıyor. Bir yerel yönetim anlayışı yok. Düzenli bir asayiş sağlanamıyor. Parası olanın ultra güvenli sitelerde oturduğu kentler buralar. 

Pakistan’da bir ülkenin gelişimini, hatta varoluşunu engellemek için ne gerekiyorsa var: Etnik çatışma, dini çatışma, terör, asker vesayeti, hukuk vesayeti, düşman komşu, sorunlu komşu, bürokrasi, yolsuzluk... Aklınıza ne geliyorsa... Tahirül Kadri denilen din adamı görünümlü madrabaz dolayımından ülkeyi ele geçirmek isteyen bir paralel yapısı bile var. Daha ne olsun?

Asgari ücret yetmiş dolar. Kişi başına düşen yıllık gelir bin beş yüz dolar. Bu da demek oluyor ki nüfusu iki yüz milyona yaklaşan bu kilit ülkede fakirlik diz boyu.

Başbakanımız Ahmet Davutoğlu, yoğun programının sonunda Pakistanlı gazetecilerle buluştu ve iki önemli vurgu yaptı: Seçime dayalı istikrar ve sürdürülebilir ekonomik gelişme.

Pakistan, kısa ülke tarihinde otuz yılı aşkın süreyle askeri diktatörler tarafından yönetilmiş. Davutoğlu bunun bir istikrar değil istikrarsızlık getireceğini söyledi haklı olarak. Seçimin, yani ülkeyi yönetecek kadroların test edilmesinin önemi ortada. Yaptığınız büyük hataların iktidardan inmekle, yaptığınız küçük hataların oy kaybıyla cezalandırıldığı seçime dayalı istikrar, belki en ideal yönetim biçimi değil; fakat askeri diktatörlükten bin kat iyi olduğu da ortada.

Diğer vurgu ise sürdürülebilir ekonomik gelişme idi. Bu, Pakistan gibi ülkelerin yaşayacağı dönüşümde kilit rol üstlenecek bir kavram. Ülkesinin kaynaklarını ve stratejik önemini doğru düzgün şekilde planlayıp yönetebilen bir Pakistan, çok değil, 4-5 yıl sonra belirli bir istikrara kavuşabilir.

Sevgili Haşmet Babaoğlu ve Selahattin Yusuf’la birlikte bir süredir fikri takibini yaptığımız ‘toz topraklaştırılan, çölleştirilen ülkeler’ tezimize konu olan ülkelerden birini kısa da olsa görmek son derece öğretici bir tecrübe oldu benim açımdan.

En önemlisi şu: Türkiye’nin dünya Müslümanları, daha doğrusu dünyanın ‘ötekileştirilmiş’ bütün insanları için niçin sağlıklı bir model olarak kabul edildiğini bir kez daha anlamış oldum.

Türkiye olarak kendimize mahsus sorunlarımız yok mu? Elbette var. Hem de çok. Bence en önemli sorunumuz ekonomik gelişmeden kaynaklanan refahın toplumun bütün kesimlerine eşit şekilde dağıtılamıyor olması. Ancak ülkemiz, bütün sorunlara rağmen, kendi içerisinde sağlıklı bir zemin yakaladı. Ve her şey bir yana asıl mücadele bu zemini savunanlarla bu zemini ortadan kaldırmak isteyenler arasında gerçekleşiyor.

Bu sözümden ‘adam AK Parti ile muhalefetin çekişmesini kastediyor’ cümlesini çıkarmaya teşne arkadaşlara şu kadarını söyleyeyim. Hayır efendim. Mesele AK Parti ya da CHP meselesi falan değildir. Mesele topyekûn ‘çölleştirilmeye karşı’ durmak zorunda olan Türkiye meselesidir. İktidarın da muhalefetin de, sokaktaki insanın da bir an önce ayırdına varması ve sorumluluk alması gereken alan burasıdır. Pakistan’daki acı tablo bana en çok bu sorumluluğu hatırlatmaktadır.

Ne diyordu Pervez Müşerref: ‘Dayımın oğlu. Türkiye’de hala benim yaptığıma benzer bir darbeden medet umanlar varmış. Ben göreve hazırım. Yazında dile getirirsen sana maket tank hediye ederim.’

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;