SİYASET

İsmail Kılıçarslan : 94'e dönmek

Tarih
11 Ekim 2014
İzlenme
Kişi
Yazar
İsmail Kılıçarslan
11 Ekim 2014...

1994 yılında 18 yaşındaydım. Yaşımın gereği olarak serserilik sektöründe boğaz tokluğuna çalışıyordum. İstanbul'da öğrenciydim anlayacağınız. Hayatı, bırakın tadına varmayı, iliklerini dahi emerek yaşıyordum. Kızkulesi-Üsküdar-Kızkulesi hattında ağır ağır yürüyerek eriştiğim sabahlarım vardı. Yazılması gereken bir sürü şiirim, girilmesi gereken bir sürü kavgam vardı. Âşık olmam gerekiyordu bir de. Mevsimlerden hep ilkbahardı.
Benim açımdan 94'e dönmek o muazzam ilk gençliğime dönmek demek. O eski ve yaşanılandan daha uzun sürmüş gibi görünen öyküyü yeniden yaşamak demek. Yazarken fark ediyorum ki benim açımdan 20 yıl öncesine dönmenin hayali bile güzel. Bir sürü güzel ve hüzünlü anın yılı çünkü benim için 94.
Keşke şimdi birilerinin bizi döndürmek istediği 94 yılı memleket için de bu kadar özlenecek bir yıl olsa. Fakat değil.
94 yılı, Türkiye'nin unutmaya yüz tuttuğu dört kavramın zirve yaptığı yıllardan biri, belki de birincisi. Nedir o dört kavram?
İlki ekonomik kriz... Tansu Çiller'in 1994'te açıkladığı 5 Nisan ekonomik kararlarının hemen ardından patlak veren kriz yüzünden ocaklar söndü. İnsanlar iflas, hatta intihar ettiler. Öylesine büyük bir ekonomik krizdi ki bu, İMF'nin stand-by anlaşması kapsamında Türkiye'ye vermeyi kabul ettiği 713 milyon dolarlık kredi ülkede neredeyse resmi bayram olarak kutlanacaktı. Yanlışlık yok: 713 milyon dolar.
İkincisi siyasi kriz... Çankaya'da 'eski usul' siyasetin kitabını yazacak denli pişkin Süleyman Demirel var. Meclisteyse Türkiye'nin sonraki 7-8 yıl boyunca canına okuyacak kararlara takır takır imza atan ilk kadın başbakanımız Tansu Çiller. 'Ülkemiz için ölürüz de öldürürüz de' diyen gayya kuyusu derin devlet bütün gücüyle her yere sirayet etmiş durumda. Mafya ile içli dışlı olmaktan, işbirliği yapmaktan hiç kaçınmıyor. İzmit-Adapazarı-Bolu üçgeni faili meçhul cinayetlerin odağı olmuş durumda. Meclis bir oldubittiye getirilerek DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırmış.
Üçüncüsü terör. Hem de ağır mı ağır bir terör. Tuzla tren istasyonundan Diyarbakır valilik binasına, Mardin'den Ankara'ya kadar terör her yerde ve gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda. Ortalama iki günde bir şehit haberi alıyoruz.
Dördüncüsü askeri vesayet... DEP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından Hasan Mezarcı olayına, Güneydoğu'da 600 köyün yakılmasından İsrail'le imza edilen terörle mücadele anlaşmasına kadar hangi taşı kaldırsanız altından Genelkurmay çıkıyor.
'İyi de, bütün bunları niçin anlatıyorsun be adam?' diyorsunuz belki de. Çünkü unutkanız. Çabuk unutuyoruz. Çünkü memleketimizin 2014'te yaşamasındansa 1994'te yaşamasından 'fevkalade memnuniyet' duyacak adamların ekmeğine yağ sürüyoruz. Tüm Türkiye halkları olarak 20 yılda dişimizle tırnağımızla, tabiri caizse söke söke aldığımız bütün haklarımızı, bütün refahımızı, bütün özgürlüklerimizi kaybetmenin eşiğine gelmeye çabalıyoruz.
Hayır hayır. 'Geldiğimiz nokta fevkalade iyi bir noktadır. Her şey şahane... Her yer güllük gülistanlık' falan demiyorum. Daha pek çok talebimiz var karşılanması gereken. Hem de o kadar çok ki... Ben sadece, 'ardımızda neyi bıraktığımızı çok çabuk unutmanın bedeli ardımızda bıraktığımız şeyle yeniden yüzleşmektir' diyorum. Geriye dönüp durmaktansa ileriye doğru birkaç adım atmaya çalışmak daha iyi değil mi?
'Kürtlerle Türklerin birbirini öldürdüğü o ahmaklık günlerine geri dönmenin kime ne faydası var acaba' diye soruyor ve cevabı şöyle veriyorum: Şu an kimler 'oh oh, çözüm süreci bitiyor, şahane oluyor' diye el ovuşturuyorsa onlara faydası var. Kaostan, terörden, ekonomik kriz ortamından, askeri ya da hukuki vesayetten kimler nemalanacaksa onlara faydası var.
Etmeyin, etmeyelim. Bugün, burada ve şimdi ortaya koyacağımız 'bir arada yaşama iradesi'nin memleketin geleceği açısından ne denli büyük bir önem taşıdığını görelim hep birlikte. Ve hayır. 'Bir arada yaşamak' derken 'bizim de Kürt komşularımız var', 'benim babaannemin de başı örtülü', 'benim de Ermeni arkadaşım var' salaklığından söz etmiyorum. Birbirimize tahammül edebilme yeteneği geliştirdiğimiz asgari bir vasattan söz ediyorum.
Aksi takdirde memleket hepimiz açısından 1994'e dönecek. Neredeyse bir cehenneme yani...
Ne diyordu Diyojen: 'Aynı muazzam göğün altında nefes almak varken kendi küçük oksijen tüpünü gök zanneden adamdan kork hacım. Hem de çok kork.'

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;