SİYASET

Fuat Uğur : Bu anaların elleri iki yakandadır Demirtaş!

Tarih
07 Haziran 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Fuat Uğur

6 Haziran 2015

Sen 6-8 Ekim’de kırdırdığın çocukların anaları babaları sandın değil mi? Ama yanıldın, onlar değil.
Dolaplarında ve çekmecelerinde o kadar ceset var ki sen de haklısın karıştırmakta...
Hatırla o vakit, henüz bir yıl önceydi.
“Evlatlarımızı istiyoruz” diye yazıyordu pankartlarında.(*)
Küçücük çocukları dağa kaçırılan anaların, babaların, kardeşlerin feryatlarıydı kulaklara çalınan. Bir Kürtçe ezgi eşliğinde çığlıklarını, yakarışlarını başından sonuna kadar izleyebilmek, hakikaten çok zordu. Ezip geçiyordu bu acı insanı.
Ölümün ve zulmün krallarıyla kraliçelerinin kalplerine değmeden geçen çığlıklardı.
Diyarbakır Belediyesi’nin önünde aylarca seslerini duyurmaya çalıştılar kör ve sağır vicdanlara.
“Televizyonlara baktım, kadınlar çocuklarının fotoğrafını ellerinde tutmuşlar… Hemen o sabah gittim katıldım. Birbirimizden cesaret aldık. Çocuğumu istiyem ben, kızımı istiyem.”
“Ciğerim gitmişti, beni de vursunlar. Hiç olmazsa arkamı görmüyorum. Beni de vursunlar… Ölümümü imzalamışım. Kızımı götürmüşler. İnsan ölse daha iyi. İnsan ölse daha iyi… Kızım dağın başına çıkmışsa bana ne hayat kalır ki geriye?”
“Kürtlere çalışıyoruz diyorlar. O zaman soruyorum. Kürt Kürt'ün çocuğunu, 16 yaşındaki çocuğunu ‘pikniğe götüreceğiz’ diye dağa kaçırır mı?”
“Kimseye zarar vermedik biz. Tek evlatlarımızı istedik. Elini vicdanına koy, sizin çocuk iki gece, üç gece gelmesin ne yaparsın? Sende vicdan varsa eğer.”
“Kefenimi giymişim ben. Öldürülsem bile çocuğumun peşini bırakmam.”
Belediyenin önünde rahat ve huzur vermediler onlara. “Niye burada eylem yapıyorsunuz, adam değilsiniz” diye aşağıladılar. Düşmanca bakıyorlar, tehdit ediyorlardı. Ailelere hücum ettiler. Arazözlerle su sıktılar.
Hepsine katlandılar da o Selahattin yok mu o Selahattin. Onun söylediği çok kanlarına dokundu. “Oralarda oturan aileler kendilerine verilen bir ücret karşılığında o eylemi yapıyorlar…” diyordu.
Yüzlerdeki ıstırabı görüp de böyle bir iftirayı atabilmek için taş kalpli olmak da yetmezdi. Hannibal Lecter olsa belki söylemezdi bunu.
“Hayır, hayır, hayır… Dünya değişse, ben çocuğumu parayla değiştirmem, asla… Ne kimseden para almışız, ne kimseden para alıyoruz. Yani bu iftirayı bize atanın, Allah onun da ciğerlerini yaksın bizim gibi.”
“Dünyayı bana verseler, ben beş dakka gidip o çadırın altında oturmam. Ben oraya çocuğum için gidiyorum. Ama yaşamıyoruz ki biz, yaşayan ölüyüz. Biz hiç yaşamıyoruz yani…”
“Diyorum ki oğlum yanımda olsun, bir kuru dilim ekmeğe muhtaç olayım.”
“Başkan Demirtaş’tan istiyoruz. Bu ciğerparelerimizi bize kavuştursunlar. Yardımcı olsunlar. Herkesin çocuğu var, herkesin ciğeri var…”
Sonunda PKK’dan ses geldi. 18 yaşından küçük çocukları kaçırmayacaklarını açıkladılar. Lütfetmişlerdi.
Sonra bir açıklama daha. 18 yaş unutulmuş, 16’ya inmişti. Yani 16 yaşından küçük olanları serbest bırakacaklardı.
Bıraktılar, yalnızca 12 çocuk döndü evlerine. Ama nasıl?
“PKK çocuk bırakır mı? Kızım düşmüş belini sakatlamış, ayağını kırmış, onu saldılar…”
Demirtaş, burnunun dibinde günlerdir haykıranları dinlemek zorunda kaldı. Ardından bir açıklama yaptı:
“Bütün beklentilerini, isteklerini keceke yetkililerine ulaştırdım, hemen ertesi gün. Bizim yapabileceğimiz acil olarak buydu…”
Hepsi buydu. Keceke’ye söylemişti ya, iş bitmişti. Yasak savmıştı.
Ama o sırada bir anne ağlıyordu, umurunda mıydı?
“Şimdi bir kaşık bir çatal masaya koyuyorum hep. Bahar gelecek diye. Diyem ki, bu yemeği yap, belki Bahar gelir bu yemekten yer, gelir de yer diyem yani. Her zaman onu bekliyem. Sabah olur, sekizde diğer kızım okula gider, o zaman içim yanar, içim yanar.”
“Bizimki evin en küçüğüydü. En kıymetlisiydi. Bir de biliyordu ve diyordu ki ‘Baba ben evin en küçüğü en kıymetlisiyim değil mi, benim her istediğim olacak değil mi’ diyordu. ‘Evet kızım’ diyordum. Evet… Hiçbir dediğini iki yapmazdım.”
Bir baba. Ağlamaması gerekmektedir kendi fikrince.
“Bayram gelir, çocuklara elbise alamam. Sanki evim taziye evi gibidir. Aklım durdu.”
“Artık eşimle oturup bir kahvaltı yapmayız. Masaya oturduğumuzda birbirimize bakıp bakıp ağlıyoruz hep. Dolabımızın bir tarafında onun elbiseleri var. O tarafını açamıyorum.”
“Götürülmeden önce bana getirdiği ekmek. O ekmek buzlukta duruyor. Kavuşacağım günü çıkaracağım onu. Yavrumu dünya gözüyle bir göreyim Rabbim ne olur beni kavuştur Habib’ime… Artık rüyalarıma da gelmiyorsun Habib’im. Ölmeden önce dünya gözüyle göreyim seni yavrum. Ne olur gel yavrum.”
Bu annelerin acısı dinmeli.
Taş kalplilerden bu ülkenin umudu yok.
Bilinmeli.
…..
(*) “Türkiye evlatlarını istiyor” belgeselinden...

Türkiye

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;