SİYASET

Abdurrahman Erzurum : ATATÜRK VE ERDOĞAN’DAN “MÜHÜRCÜBAŞI” OLMAZ

Tarih
17 Mayıs 2016
İzlenme
Kişi
Yazar
Abdurrahman Erzurum

Türkiye Cumhuriyeti 1929’lardan 2001 yılına kadar irili ufaklı 15 adet ekonomik kriz yaşamıştır. Bu krizlerin en temel sebebi ekonomik etkenler olurken birçoğunda siyasi vakalar da etkili olmuştur.

Hangisi incelense günümüze ışık tutacak sayfalarca analiz çıkartacak bu krizlerin bence en ibretlik olanı 2001 yılında yaşanandır.

19 Şubat 2001 günü, yaşayanlar hatırlayacaktır, ülkemizin yaşadığı en karanlık günlerden bir tanesidir.
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile onu buraya aday gösteren ve seçen Başbakan Bülent Ecevit arasında uzunca bir zamandır devam eden gerginlik devam etmektedir.

Milli Güvenlik Kurulu toplanmıştır. Ecevit DDK’nın kendi çalışmalarını eleştiren sözlerinden rahatsızlığını ifade eder. Cumhurbaşkanı Sezer ise bunun kendi anayasal hakkı olduğunu söyler. O sırada gölge başbakan olarak adlandırılan Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan olaya girer ve 'O anayasayı bir de biz görelim, anlayalım' der.

Sezer bu sözler üzerine sinirlenir ve elinde tuttuğu anayasa kitabını Ecevit ve Özkan'ın önüne fırlatır. Bunun üzerine Ecevit ve Yılmaz MGK toplantısını terk eder, Özkan da anayasa kitabını masadan alır ve Sezer’in bulunduğu yere geri fırlatır.

Devletin en önemli görev alanlarının başında gelen ve kritik toplantılar yapılan MGK gibi toplantıda konuşulanlara mı kızarsın, yoksa çocuk gibi kitap atmalara mı… Devlet ne halle düşmüş veya düşürülmüş anlaşılacak gibi değil.
Ardından Ecevit ve ekibi bir basın toplantısı ile olayları kamuoyuyla paylaşırlar ve uzun süredir iyi gitmeyen ekonomik sıkıntının birden bire kriz haline dönüşmesini tetikler.

Sonra ne mi oldu?
Ekonomi yüzde 8.5 oranında küçüldü.
200 milyar dolarlık milli hasıla 150 milyar dolara düştü.
Kişi başına gelir 725 dolara geriledi.
125 bin işyeri kapandı
19 banka battı.
Yüzde 30'lara düşen enflasyon yüzde 70'i aştı.
Hazine'nin ödediği faiz miktarı yüzde 101 oranında arttı.
İç borç stoku görev zararlarıyla birlikte 2000 yılının 4 katını aştı.
En az 1.5 milyon insan işini kaybetti.
Borsa yüzde 14.6 düştü, repo faizleri yüzde 7 bin 500'e fırladı.
Merkez Bankası'ndan yaklaşık 7.6 milyar dolarlık döviz çıkışı oldu.
Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar Nisan'da 1 milyon 161 bine tırmandı.

Evet krizin en büyük etkeni olmasa da tetikçisi olan bu olay sonrasında ülke 30 yıl geriye gitti.

Peki bu kriz sonrasında ülkeyi yönetenler; “Eyvah biz ne yaptık! Hemen bu durumu düzeltelim” demişler midir acaba? Bunu Ecevit’in kendi sözlerinden anlayalım: "Odasına giriyorum. Anlatacaklarımı anlatıyorum. 10 dakika sürüyor. Sayın Cumhurbaşkanı susuyor. Ben de konuşkan değilim. Birbirimize bakıyoruz. Görüşme 20 dakikada bitiyor."
Daha sonrasını anlatmaya gerek yok zaten, Kemal Derviş mehdi olarak gelir, İMF anlaşması, darboğaz derken koalisyon içinde her gün yaşanan krizler sonrasında 3 Kasım’da erken seçim yapılır ve sonuç: Halk 3 koalisyon ortağına da cezayı keser, 3’üde barajı aşamazlar.
Sezer’e ne oldu derseniz;
Sezer, görev süresi boyunca toplam 67 yasa, 22 Bakanlar Kurulu Kararı ve 729 müşterek kararnameyi iade ederek, veto hakkını en çok kullanan bir de;
40 DHKP-C, 6 PKK, 28 TKP-ML TİKKO, 28 TİKB, 19 Dev-Sol, 17 MLKP, 15 THKP-C, 3 TDP, 2 TKİP, 2 TEKP Leninist Gerillaları, 1 DHP ve 1 Dev-Yol mahkumunu affeden bir cumhurbaşkanı olarak anılmaktadır.
Olayı şöyle bir analiz edecek olursak, Başbakan ve Cumhurbaşkanı aynı dünya görüşünden gelmektedirler. Cumhurbaşkanı Sezer’i Anayasa Mahkemesi Başkanı iken Bülent Ecevit aday göstermiş ve Cumhurbaşkanı olarak seçtirmiştir. Doğal olarak bu ikili arasında uyumlu bir çalışma beklenir değil mi?
Ama maalesef süreç bu şekilde gelişmemiştir.

Cumhurbaşkanlığı görevini 16 Mayıs 2000'de Demirel'den devralan Sezer; 3 ay sonra, Hükümetin iki kez yazılı açıklama yapıp 'Anayasa'ya uygun' dediği kararnameyi 8 Ağustos'ta "Hukuk devleti ilkesine aykırı" diyerek iade eder.
Ecevit'in 'imzalamak zorunda' dediği ve 'yetkisini aşmakla' suçladığı Sezer, 14 Ağustos 2000'de 14 sayfalık bir gerekçeyle ikinci kez önüne gelen bir KHK'yı, 21 Ağustos'ta ikinci kez hükümete iade eder.
Daha sonra Sezer, üç kamu bankasının özelleştirilmesini öngören kararnameyi de iade eder.
Bu iadeler AnaSol-M koalisyon hükümeti arasında krize sebep olur ve Ecevit "Cumhurbaşkanı kendisini Anayasa Mahkemesi'nin yerine koyuyor. Bakanlar Kurulu ile diyaloğa kapalı olması, kurulumuzda kaygıyla karşılanmıştır. Ekonomik istikrar tehlikededir" açıklaması yapmıştır.
Bu şekilde Cumhurbaşkanının müdahaleleleri ile geçen ilişkiler sonrası, yaklaşık 10 ay sonra ekonomik kriz yaşanır ve olan yine ne anayasa bilen ne KHK’den anlayan, ekmeğinden başka derdi olmayan Anadolu insanına olur. İşsizlik, iflaslar ve bin bir türlü eziyet.
Bununla beraber yaşanan bu kriz Ecevit ve Sezer ikilisine mahsus bir hal değildir?

Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü, İnönü ile Ecevit, Özel ile Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz, Demirel ile Çiller arasında da kanuni haklar ve yetkilerden doğan sorunlar yaşanmıştır.

Cumhurbaşkanlığı makamına çıkan kişi kendisine Atatürk’ün deyimiyle “mühürcübaşı” muamelesi yapılmasını kabul etmemiş, olaylara müdahil olmuştur. Bu da tabi ki doğal olarak krizleri doğurmuştur.
Dönemin şahitlerinin yazdıkları kaynaklarda şu şekilde bir olaydan bahsedilir. Atatürk ile İnönü bir konuda anlaşmazlığa düşerler. İnönü ilk kez bu olaya çok sayıda kişinin olduğu sofrada sert tepki verir. Atatürk davetliler gittikten sonra İnönü’ye kızar ve;
-Ya benim Devlet Reisi olarak görevim nedir? Yaaa! Demek öyle! Siz bildiğiniz gibi
işleri yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcü başısı olacağım! Öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği? Böyle mi memleket idare edeceksin? Başvekil demek layüsel (dokunulmaz) demek değildir. Elbette yaptığı işler tenkit edilecek. Tenkit edeceklerin en başında da ben geliyorum! Beğenmediklerimi söyleyeceğim, düzelteceksiniz. Sizin göreviniz bu.’  der,
Atatürk on dakika kadar İnönü’nün özürlerini, mazeretlerini dinler ve ;
‘Siz yorulmuşsunuz Paşa!... Sinirleriniz bozulmuş!.. Yalnız sinirleriniz olsa yine de zarar vermez ama düşünce selametini de kaybetmişsiniz! Acele dinlenmeğe ihtiyacınız var! Size izin veriyorum, yerinize kimin vekâlet edeceğini yarın ajanstan öğrenirsiniz!’...”
der ve İnönü’yü Başbakanlıktan alır Celal Bayar’ı getirir.

Günümüzde de benzeri bir durum yaşanmaktadır.

Başbakan Erdoğan 10 Ağustos 2014 tarihinde halk oylaması ile seçilerek 28 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı olur.  Ardından Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu atanır.

12 yıl önce Erdoğan’ın Dışişleri Başdanışmanı olarak başlayan ilişki, Dışişleri Bakanlığı görevi ile devam edip Başbakanlık görevi ile son bulur. 20 ay süren Başbakanlık görevi Erdoğan ve Davutoğlu arasında 4 Mayıs tarihinde yapılan toplantı ile sona erer ve Davutoğlu, partinin tekrar genel kurul düzenleyeceğini ve kendisinin aday olmayacağını söyler.

Toplantı 1 saat 40 dakika sürer, ardından ertesi gün açıklama yapılır. Bu sırada ülke birçok terör örgütü ile savaşmasına, birçok ülke ile anlaşmazlık yaşanmasına rağmen, ne ekonomik kriz olur ne de siyasal kriz.

Başbakan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı için "Ne gelişme olursa olsun, ben verdiğim söze sadığım,

Cumhurbaşkanımızla son nefesime kadar vefa ilişkimi sürdüreceğim" diyerek olayları siyasal krize taşımadı.

Bu olay sonrasında döviz küçük bir dalgalanma dışında tepki vermezken, 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2016 yılı Şubat döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 2 bin kişi azaldı. İşsizlik oranı ise 0,3 puanlık azalış ile %10,9 seviyesinde gerçekleşti. Büyüme hızı artıp 5.7 olurken enflasyon da 6.57’ye düştü.

Parti içinde ne çatlak bir ses ne de bir kargaşa var. Birkaç gün içinde bir isim belirlenecek ve muhtemelen tek aday olarak 22 Mayıs’ta kongrede genel başkan ve başbakan olarak seçilecek.
Kısacası zamanlama olarak büyük sıkıntılara yol açması beklenen bu gelişmeler sıkıntısız bir şekilde atlatılıyor.
Burada suçlu kim, hata kimde, neler yaşandı sorularının hiçbir anlamı yok.

Bundan sonra önemli olan Cumhuriyetimizin en büyük problemi olan bu çift başlılık, kurumlar arası yetki karmaşası gibi sorunların kalıcı olarak çözülmesidir.

Bu konu ülkenin her yönüyle gelişmesi için en büyük engellerden birisidir. Olay kişiselleştirilmemelidir. Kısır, rejim tehlikesi, laiklik tartışmalarına indirgenmemelidir. Bu sorun ilim adamları, siyasetçiler tarafından özgürce tartışılmalı ve bize en uygun bir tarz belirlenmelidir.

Bu sorun reel olarak halkta karşılığı olan ve çözülmesi gereken bir problemdir. Bu konuya karşı çıkmak, ve hele hele söylem olarak veya eylem halinde terörize etmek ve karşı durmak intihar etmek gibi bir yanlıştır.

Hadi artık sizi seçenlere, her şeye karşı çıkarak, sert söylemlerde bulunarak lider olunamayacağını, akıl ve mantık çerçevesinde politikalar yapıp muhalefet etmenin daha doğru olduğunu gösterin.

İnanın sizde bu şekilde istemediğiniz halde ikilde bir ona buna hakaret etmek, kan, savaş edebiyatı yapmak zorunda kalmazsınız. 

Hadi artık sizde rahat ettin bu millet de, yeter artık…


Ajanshaber
17 Mayıs 2016 

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;