YAŞAM

Yavuz Bahadıroğlu: En güzel âdetlerimiz unutturuldu

Tarih
04 Mayıs 2016
İzlenme
Kişi
Yazar
Yavuz Bahadıroğlu

Güzel âdetlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz vardı. Tanzimat sürecinde düştüğümüz “Batılılaşma sendromu”, genel ve yaygın ifadesiyle “bizi biz yapan” değerlerden bizi kopardı…

Ne lâyıkıyla “biz” kalabildik, ne de “Batılı” olabildik. Sadece “Batıcı” olarak kaldık!

Başkasının yürüyüşünü taklit edelim derken, kendi yürüyüşümüzü unuttuk ve tabii ayaklarımız bir birine dolaştı, yüzükoyun kapaklandık!

Şimdi doğrulma (bir anlamda yeniden dirilme) çabamız var. Bu çabaya belki katkısı olur düşüncesiyle, bir zamanlar vazgeçilmezlerimiz olan bazı âdet, gelenek ve göreneklerimizden bir demet sunmak istiyorum…

Bir yere mahalle kurulmadan önce mescid inşa edilir, “imam evi”, “müezzin evi”, “hizmetli evi” derken, semt yavaş yavaş “mahalle”ye dönüşürdü. Her mahallenin en vazgeçilmesi “mahalle mescidi” ve “mahalle imamı” idi... Mescide “Beytullah” (Allah’ın evi) dendiğine göre, mahallelerde Allah merkezli bir hayat yaşanırdı…

Sünnet tüm ayrıntılarıyla baştacı edilirdi. 1830’larda İstanbul’a gelip dokuz yıl kalan Fransız yazar Brayer’in de belirttiği gibi, bu ülkenin Müslümanları “Peygamber Hazret-i Muhammed’e hayrandı… Hayatlarını O’na göre düzenlemeye çalışırlar, sadece O’nu örnek alır, O’nun izinden gider ve sadece O’nu taklit ederler”di…

Hayat “zikir kokulu”ydu: Her işe “Bismillah” diye başlanır, sonunda “Elhamdülillah” çekilirdi. Hatta öfkelerinde, hayretlerinde ve yılgınlıklarında bile “Allah” vardı: Her adım, “Tevekkeltü Alellah” diye atılır, kızınca, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh…” çekilir, hayret edildiğinde “Hay Allah!..”, “Allah Allah”, “Lailahe illallah”, “Fesübhanallâh!” denilir,haksızlığa uğranınca “Hasbünallâh!..” eşliğinde Allah’a sığınılır, daha olmazsa “Neuzubillah!” denilerek yaka silkinirdi…

İnsanlar yere tükürmez,sokağa çer-çöp atmazdı: Çünkü bunun “kul hakkı” oluşturduğuna inanılırdı (Comte de Marsigli, “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler, daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür” diyerek atalarımızı eleştiriyor)…

Her türden bitki, özellikle de caddelerdeki ulu çınarlar “zakir” (zikreden) muamelesi görür, tüm canlılarla birlikte tabiata saygı duyulurdu. Sokak hayvanları ile vahşi hayat koruma altındaydı (İtalyan yazar Edmondo de Amicis şöyle yazıyor: “İstanbul’da, sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür.” 

Her mahallenin “Avariz” adı verilen bir vakfı vardı: Mahallenin ihtiyaçlarını bu vakıf karşılar, fakir-fukara, garip-guraba hem bu vakıf, hem de mahallenin zenginleri aracılığıyla “namerte muhtaç olmadan” haysiyetleriyle yaşarlardı…

Evlerin cephesi, “Evi kıbleye dönük olmayanın gönlü kolay kolay kıbleye dönmez” anlayışı içinde, mümkün mertebe kıbleye dönük inşa edilirdi…

Bir evin önüne yeni bir ev yapılacaksa, eski ev sahiplerinden izin istenir, helâllık alınır, ancak ondan sonra yeni evin inşasına başlanırdı… Komşunun önünü kapatmak, manzarasını ve güneşini kesmek “kul hakkı” sayıldığından, bu konuda çok titiz davranılırdı…

Arsada ulu bir ağaç varsa kesilmez, ev ağaca zarar vermeyecek şekilde yerleştirilirdi…

Evlerin giriş kapısının üzeri geniş bir çatı ile kaplanırdı. Amaç hayır yapmak ve dua almaktı: Gelip geçen o çatının gölgesinde yağmurdan, kardan ve güneşten korunur, ev sahiplerine dua ederlerdi…

Evlerin kapılarının üstünde biri büyük, diğeri küçük olmak üzere iki tokmak bulunurdu. Gelen misafir kadınsa küçük tokmakla, erkekse büyük tokmakla kapıyı çalar, ev sahipleri buna göre karşılamaya çıkarlardı: Kadına kadın, erkeğe erkek…

Konu bitmeden yerimiz bitti. 12. maddeden devam edeceğiz inşallah.

YeniAkit
4 Mayıs 2016

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;