SİYASET

Merve Şebnem Oruç : Salih Müslim de sizi satacak mı?

Tarih
31 Temmuz 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Merve Şebnem Oruç

31 Temmuz 2015

Bayram tatilinin ardından, koalisyon görüşmelerini gündemde geri sıralara atacak kadar önemli gelişmelerin yaşandığı hafta sonrası, yeni bir döneme girdik. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e düzenlediği hava saldırısı, Kuzey Irak'ta PKK'ye karşı başlattığı saldırılar ve ülke içinde IŞİD, PKK ve DHKP-C örgütlerine karşı düzenlenen operasyonlar da yeni tartışmaları beraberinde getirdi. O tartışmalardan biri de “Amerikalılar Kürtler'i sattı mı?”

Öncelikle şunu belirtmek gerek, bayram öncesi Türkiye'nin Suriye sınırında ciddi anlamda göze çarpan bir askeri hareketlilik vardı. Ankara'da bürokrasi ve asker arasında, Suriye sınırında başta IŞİD olmak üzere, kendisine düşman hiçbir yapıya izin vermemek ve sınır güvenliğini sağlamak amacıyla atılacak adımlar ve izlenecek strateji konusunda çalışmalar yürütülmekteydi. Bunun yanı sıra, ABD ile 9 aydır yürütülmekte olan “IŞİD'e karşı ortak mücadele” hususundaki müzakerelerde sona yaklaşılmakta olduğuna dair sinyaller, artan trafik, koalisyona ortak ülkeler ve bölge ülkeleriyle artan diplomasi yoğunluğu göze çarpmaktaydı. Geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklandığı üzere, İncirlik Üssü'nün IŞİD'e karşı mücadelede kullanıma açılması konusunda varılan anlaşmanın paralelinde yaşanan diğer gelişmeler, Türkiye'nin PKK'ye ve örgütle ortak hareket eden diğer yapılanmalara karşı başlattığı operasyonları da bu anlaşmanın bir parçası olarak yorumlamayı beraberinde getirdi. Kuşkusuz, Türkiye'nin IŞİD'e karşı koalisyonun aktif bir parçası olmasıyla PKK'ye karşı başlattığı operasyonlar arasında doğrudan değil ama dolaylı bağlantı var.

Geçtiğimiz 1,5 yıllık süre boyunca ABD'nin Suriye konusunda IŞİD'i önceleyip Esad'ı ötelemesi, Türkiye'ninse Suriye'deki sorunu bir bütün olarak ele alıp IŞİD'in Esad rejiminin neden olduğu iç savaş ortamından beslendiğinin altını çizmesi, bölgedeki Esad dostlarının ABD'yi, ABD'nin onları kullandığı bir sürece neden oldu. Son bir yılda IŞİD'e karşı Suriye'de yürüttüğü hava operasyonlarında, ABD'nin PYD'nin silahlı kanadı YPG'ye hava desteği vermesi, PKK'nin de kendisini ABD'nin yeni müttefiki olarak görmesini beraberinde getirdi. HDP dahil olmak üzere örgütle bağlantılı Türkiye'deki tüm sivil, siyasi gruplar ve diğer örgütler, buradan ABD'nin hem Esad'ı hem de PKK terörünü meşrulaştırdığı ve bunun hep böyle devam edeceği fikrine kapıldı. Gezi'ye ayrılıkçı gruplara desteklese de bütünüyle bir destek vermeyen, 17-25 Aralık'ı Öcalan'ın 'darbe' olarak nitelemesi sonucu o günlerde ağzını açamayanların hepsi, kendilerini ABD'nin vazgeçemeyeceği yeni müttefiki olarak görüp hem çözüm sürecinden vazgeçme noktasına gelip ateşkesi ihlal etme hususunda cesaretlendi hem de ülke içinde silahlanmak bir yana dursun, şehirlerde yaptıkları silah ve bomba stoklarıyla ülkenin huzurunu tehdit etmeye başladı. Dolayısıyla Türkiye'nin, bu duruma artık tahammül göstermeyeceğini, bu grupları palazlandıranın altını kalın çizgilerle çizerek belirtmiş olması muhakkak. ABD tarafından gelen ve malum kişileri büyük hayal kırıklığına uğratan “Türkiye'nin kendini savunma hakkına saygı duyuyoruz” şeklindeki açıklamalar ve tüm ısrarcı sorulara rağmen bu çerçevenin dışına çıkmayan cevaplar bunun bir göstergesi.

Ancak ABD ve Türkiye'nin, IŞİD karşıtı koalisyona ciddi bir esneklik ve hareket kabiliyeti sağlayacağı için kendisi için kritik önem arz eden İncirlik üssünün kullanımı hususunda vardığı anlaşmada bu mesele bir detay. Zira, esas konu, Suriye sorununa farklı yaklaşan iki ülkenin aynı çizgiye gelmiş ya da en azından yaklaşmış olması; bir anlamda 2013'te açılan parantezin bugün itibarıyla kapanmaya başladığının sinyallerini okuyor olmamız. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin birkaç gün önceki açıklamasındaki, “Türkiye'nin yapmaya hazırlandığı şeylerde bazı değişiklikler oldu. Bizim de hazırlandığımız bazı şeylerde değişiklikler oldu,” vurgusu önemli. ABD, Suriye konusunda ayak sürürken ve IŞİD'le mücadeleyi Esad sorununun önüne koyarken IŞİD zayıflayacağına büyüdü ve artık Türkiye'yi de tehdit eder hale geldi. Fas'tan Afganistan'a, Suudi Arabistan'dan, Yemen'den Türkiye'ye çok daha büyük bir coğrafyaya yayılmaya başladı. Bu Türkiye'nin IŞİD'e müdahaleyi öncesine oranla öncelendirmesini, ABD'ninse Esad konusunu geriye atmanın IŞİD'le mücadele konusunda fayda değil zarar getirdiğini anlamasını sağladı. Nitekim John Kerry'nin aynı konuşmasında, “IŞİD'i mağlup etmek için Suriye'nin dinamiklerini değiştirmek zorundayız. Son haftalarda Türkiye ile bu nedenle müzakere yapıyoruz,” şeklinde sarf ettiği sözler de bunun bir göstergesi. Basında masanın Türkiye ve Amerikan kanadından yapılan açıklamalarda farklılıklar göze çarpsa ve Ağustos'ta İncirlik'in kullanılmaya başlamasıyla daha net görecek olsak da, uçuşa yasak bölge değil ama bir hava kalkanıyla korunacak bir fiili güvenli bölgeyle Türkiye'nin isteklerinin karşılanmaya başlandığı aşikar. Öte yanda, Obama'nın da geçtiğimiz günlerde verdiği bir mülakattaki “Suriye'de siyasi geçişe ihtiyaç var,” sözleri, ABD'nin iki yıldan sonra Türkiye'nin çizgisine geldiğini ya da en azından yaklaşmakta olduğunu gösteriyor.
Çarpıcı olansa, bu çıkışların ve ABD'nin Türkiye'yle anlaşmasının, İran'la P5+1 ülkeleri arasında imzalanan nükleer anlaşmasının sonrasına gelmesi. Nükleer müzakerelerinin basına yansımayan bölümlerinde İran'ın Esad'sız bir Suriye'ye ikna edilmiş olması muhtemel. Bu hafta sonu Esad'ın, Suriye ordusunda asker sıkıntısı olduğunu, ülkenin tamamını kontrol etmekte aciz kaldığı yönündeki, ilk kez şahit olduğumuz itiraflar, açıkçası İran'ın Esad'ı görevi bırakmaya teşvik etmeye başladığını düşündürmüyor değil. Rusya'nınsa, Tartus limanı ve rejimin kendisine olan borçları gibi konular halledildiği takdirde Esad'ın arkasından çekilmeye razı olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Bu konuda Suudi Arabistan'ın Moskova'yla geliştirdiği diyalogun da büyük etkisi var.

Tam da bu noktada, Salih Müslim'in “YPG Suriye ordusuna katılabilir ama Baas mantığı ve istihbaratının olmadığı, demokratik ve federal bir Suriye'de...” şeklinde özetlenebilecek ve fakat her yöne çekilebilecek açıklamalarına da dikkat etmek gerekiyor. Kuzey Irak'ta PKK kamplarını bombalayan Türkiye'nin bu süreçte PYD'ye karşı farklı bir tavır takındığını da dikkate alırsak, Esad ve IŞİD haricindeki Suriye'deki tüm unsurlara yeni Suriye'nin bir parçası olmak için son bir şans verildiğini düşünebiliriz. Eğer, Salih Müslim, Esad sevdasından vazgeçip Suriye'de yeni dönemin parçası olmayı, bu röportajında sinyalini verdiği şekilde kabul ederse, “ABD bizi sattı mı?” sorusunu soranların yakında “Salih Müslim de mi bizi sattı?” diye sormaya başladıklarını görebiliriz.

Yenişafak

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;