DÜNYA

Ceren Kenar : Bir karikatür onlarca cenaze...

Tarih
08 Ocak 2015
İzlenme
Kişi
Yazar
Ceren Kenar

8 Ocak 2015

“İslam'ın ilk kurbanı Müslümanlardır... Bir Müslüman için yapabileciğiniz en büyük hizmet onu kendi dininden kurtarmaktır”

 

Bu sözler hayatının ciddi bir kısmını İslam'ın ne kadar “geri” ve modernizm ile bağdaşması mümkün olmayan bir din olduğunu kanıtlamaya vakfetmiş Fransız tarihçi ve yazar Ernest Renan'a ait. Allah'tan dönemin Selefileri'nin (Selefilik tanımını geniş tutan bazı kategorizasyonlar gelenek ve ulemaya karşı eleştirel bakışları ile bilinen ve kitabi yorumu önceleyen İslami reformistleri de Selefi olarak tanımlar) mizaç ve düşünce yapısı günümüz Selefileri'nden epey farklıydı. Pan İslamcılığın fikir babalarından telakki edilen Cemaleddin Afgani, Renan'ın bu anti-İslam kampanyasına karşı Fransız konsolosluğunu ateşe vermekten çok daha akıllıca bir yola başvurdu ve Renan'a bir cevap yazdı.

Afgani'nin Renan'a yazdığı mektup son derece kibar ve saygılı bir üslupla yazılmış ve özünde diyalog kurmayı amaçlayan bir metindi. Müslüman ve Arap aleminin bilimsel gelişme konusunda geri kaldığı konusunda Renan ile hemfikir olduğunu söyleyerek başlıyordu Afgani mektubuna.

Ancak Renan'a yönelttiği bir soru ile devam ediyordu: “bilimsel düşüncenin gelişmesi önünde engel kuran İslam dini mi, yoksa bu din adına hareket eden insanların karakter hal ve tavırları mı?''

Afgani Renan'a çok kritik bir soru daha yöneltiyordu, İslam'ı diğer dinlerden farklı kılanın ne olduğunu soruyordu Afgani. Her din farklı şekillerde hoşgörüsüzlük içerir, peki İslam'ı bu anlamda diğer dinlerden farklılaştıran ve ilerlemeye mani kılan nedir diyordu Afgani...

Afgani'den bugüne uzun bir tarih yaşandı. Bu tarih Müslümanlar ve Orta Doğu için trajedi ve acı dolu bir tarih oldu. Sömürgeciliğin, eşitsizliğin, despotizmin içinde olduğu bir tarih. Müslüman dünyasını gittikçe hırçınlaştıran, içine kapatan, Batı'ya karşı güvensizliğini arttıran bir tarih.

Fransa'da dün yaşananların arkasında ne var konuşmak için belki erken. Fransız dergisi Charlie Hedbo'ya yönelik korkunç, ahlaksız, vahşi ve bir o kadar da korkakça saldırıyı kim, niye ve nasıl yaptı bunları henüz bilmiyoruz.

Ancak bu bizi bazı Müslümanlar arasında yaygın bir hastalık konusunda ses çıkarmaktan da alıkoymamalı...

Fransa'da gerçekleşen saldırı ve akabinde bunu onaylayan, hoş gören ve hatta kutlayan tepkiler sonucunda yine günlerce İslam'ın ve Müslümanların “geri kalmışlığı” konuşulacak.

Evet, dün Fransa'daki vahşeti işleyen psikopatlara bakıp 1400 yıllık İslam geleneğine, tarihine, bilgeliğine dair sonuç çıkarmak mümkün değil. Evet, bir grup seri katilin şiddetini meşrulaştırmak için İslami sloganları kullanması, bu şiddetin İslam'dan veya dindarlıktan kaynaklandığını göstermez.

Fakat bu saldırıya gösterilen patolojik tepkiler bize dair bir şey söyler.

Bu saldırıları onaylayan ve meşrulaştıranlar da, bu vesile ile Müslümanlar'a ve İslam'a karşılık ırkçı nefret kusanlar da kendilerine dair bir şey söylüyor. Aynadaki akisleri aynı olan ve varlıkları için birbirine muhtaç bu iki radikalizmden birini seçmek zorunda değiliz. Bu sahte ikilemler de vakit kaybetmek zorunda da...

Birçok Müslüman, bu tür saldırıların akabinde haklı olarak şunu soruyor: Dünyanın herhangi bir yerinde hasbelkader benimle aynı kitaba inandığını söyleyen birinin günahlarından, suçlarından sigaya çekilmek zorunda mıyım? Birçok Müslüman, böylesi vahşetlerden sonra haklı olarak şunu soruyor: Hayatında karıncayı incitmemiş bir insan olarak, bu tür barbarlıklardan sorumlu görülmek zorunda mıyım? Hesap vermek zorunda mıyım? Öz eleştiri vermek zorunda mıyım?

Hayır.

Nasıl ki Orta Afrika Cumhuriyet'indeki Hıristiyan çetelerin vahşetinden dolayı dünyanın dört bir yanındaki Hıristiyanlar, Burma'daki Budist grupların katliamlarından dolayı Budistler, İsrail'in katliamlarından ötürü Yahudiler, Esad'ın gaddarlığı nedeniyle Aleviler hesap vermek zorunda değilse, bu saldırılardan dolayı da Müslümanlar özür dilemek veya hesap vermek zorunda değil. Nasıl bu katliamları işleyenler tüm bir dini, etnik grubu veya mezhebi temsil etmiyorsa, Paris'teki saldırganlar da Müslümanlar'ı temsil etmiyor. Bu kadar net ve bu kadar basit.

Ancak Müslümanlar bu durum ile mücadele etmek zorunda. Başkaları için değilse de, kendileri için. Zira bu şiddet, dönüp dolaşıp yine Müslümanlar'ı vuruyor ve vuracak.

Halihazırda Avrupa'da yaygın olan İslamofobi, bu saldırılar ile mühimmat buluyor. Artan İslamofobi ile marjinalleşen Müslümanlar radikalizme yöneliyor. Ve bir kısır döngü birbirini besleyerek devam ediyor.

Michigan Üniversitesi Profesörlerinden Juan Cole dün gerçekleşen saldırının motivasyonu konusunda önemli bir noktaya işaret ediyor. Fransa, Avrupa'da Müslüman nüfusun en yüksek olduğu ülkelerden biri. Fransa'daki Müslümanlar arasında radikalizm ise oldukça düşük. El Kaide tam da bu saldırılar üzerinden tabanını arttırmaya çalışıyor. Cole'un dediği gibi bu epey Stalinist bir taktik. “Çelişkileri keskinleştirerek” Müslümanları radikalleştirmek, amaç bu.

Bu İslamofobi ile sadece Avrupa'da yaşayan Müslümanlar'ın hayatları zorlaşmıyor, Orta Doğu'daki Müslümanlar da bir cendereye hapsoluyor. İsrail'in Hamas'a karşı eli güçleniyor, Esad ehven-i şer muamelesi görüyor.

Özür dilemek veya hesap vermek zorunda değiliz ancak mücadele etmek zorundayız.

Öncelikle ifade özgürlüğü konusunda Afgani'nin seviyesine dönmeliyiz. Afgani haklıydı.

Tüm dinlerin tabuları ve hoşgörü limitleri vardır. Ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler kendi kutsalları ile dalga geçilmesi için davetiye göndermezler. Lakin bu durum Müslüman coğrafyanın bir sorunu olduğunu inkarına da götürmemeli bizi. Bir sorun var burası kesin ve bu sorun Müslüman dünyasını zayıflaştıran ve çocuklaştıran bir sorun.

Müslümanlar olarak eşit mi olmak istiyoruz, yoksa bize çocukmuşuz gibi davranılmasını mı istiyoruz?

Buna ek olarak, Müslüman Kardeşler'in kurucusu Hasan el-Benna'nın torunu, kendisi de bir din adamı olan Oxford profesörü Tarık Ramazan'ın dediği gibi: “Kur'anda savaşa dair göndermeler de vardır, barışa dair unsurlar da. Çünkü Kur'an insanlığa gönderilmiş bir kitaptır, İslam insani olanı düzenler. Ve savaş da, barış da insana dairdir.”

Sayıları azınlıkta da olsa, çareyi şiddette bulanlara alternatif olarak demokrasiyi, sivilliği ve barışçı yolları daha cazip hale getirmek zorundayız.

Bu sadece Müslümanlar'ın görevi değil. Herkesin görevi. Batı'nın, sekülerlerin, Arap diktatörlerin, herkesin üzerinde bir sorumluluk bu.

Batı bu sınavdan kalsa da, sekülerler bu süreci kolaylaştırmasa da, Arap diktatörler tam tersini yapsa da, buna direnmek ise Müslümanların sorumluluğu.

Son not: Ortalık sütliman iken, liberalizm, çoğulculuk, hoşgörü üzerine nutuk atmak kolay. Zor olan, asıl imtihan olan ve “hoşgörünün” sınırını çizen ise böylesi zamanlar, yani zor zamanlar.

Türkiye'deki entelektüellerin çoğunun ilk tepkileri bu konuda yine kötü bir sınav verildiği yönünde...

Buradan devam. 

Türkiye

YORUM YAPIN

Yorumlarınız editörlerimiz tarafından okunup onaylandıktan sonra yayına alınacaktır.

Hiç yorum yapılmamış

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ Tümü
BU KATEGORİDEKİ DİĞER MAKALELER

Copyright © 2024 Sesli Makale - Tüm Hakları Saklıdır.

Rta Yazılım

; ;