Sesli Makale

19 Mart 2015

Mustafa Altıoklar diye biri... Hekimmiş aynı zamanda. Bir-iki filmini izlediğimi hatırlıyorum. Aklımda, “İstanbul Kanatlarımın Altında” isimli, oryantalist bile sayılmayacak kötü-ötesi bir filmi kalmış. 

Gelişmemişliğimizi ve geri kalmışlığımızı “Doğu’nun tutuculuğu”yla açıklayan ergen bir kafanın ürünü...

Batı’da daha niteliklileri yapılıyor.

Böyle diyoruz ama esasında duvara konuşuyoruz. “İlerlemeci bir pozitivist” olan (ve de aynı zamanda “Kemalist” olan) Mustafa Altıoklar kardeşimiz Doğu’yu bilmediği, Batı’yla da entelektüel düzeyde temas edemediği için, yaptığı işin neden kötü olduğunu çözemeyecek... “Yaptığın iş müsteşrik sıhhatinden bile yoksun” dediğinizde, boş gözlerle yüzünüze bakacak... İyisi mi kendi haline bırakalım!

Konu şu:

İşbu Mustafa Altıoklar kardeşimiz, geçen sene, Enver Aysever isimli saldırgan şahsın programına konuk oluyor. Hayattan, sanattan, siyasetten, Gezi eylemlerinden konuşuyorlar.

Derken, yönetmenimiz coşuyor ve başlıyor dönemin Başbakan’ı Erdoğan’a saydırmaya.

Kendi sesinden dinleyelim: “Başbakan Erdoğan Gezi’de ben hata yaptım. Durun bakalım deseydi, kesinlikle şu anda yüzde 70-80 oy alırdı. Bir doktor olarak söylüyorum, Başbakan’da ‘Narsistik Kişilik Bozukluğu’ var. İstese de geri dönüş yapamaz. Kendisine rapor vermek lazım... 46 raporu...”

Eh, böyle olunca da konu yargıya taşınıyor. Yani Erdoğan, kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle, “ünlü yönetmen” Mustafa Altıoklar hakkında dava açıyor.

Mustafa Altıoklar’ın da eli armut toplamıyor tabii; yazdığı savunma dilekçesinde, 1984’ten bu yana doktor olarak Türkiye’nin değişik yerlerinde görev yaptığını, mesleğiyle ilgili “hastalara” ve “adli vakalara” teşhis koyduğunu, aynı zamanda “bir senaryo yazarı ve yönetmeni olarak da karakter analizi yapabildiğini” söylüyor.

Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesi önceki gün ilginç bir duruşmaya sahne oldu. “Bir senaryo yazarı olarak karakter analizi yapabildiğini” söyleyen Mustafa Altıoklar, cezadan yırtmak için, dünya savunma tarihine geçecek şu “manidar” ve “kurnaz” savunmayı yaptı: “Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; ‘hakaret davası’ olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım, teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir.”

Pişkinliği görüyorsunuz değil mi?

Pişkinliğin “hadsizlikle” nasıl çerçevelendiğini görüyorsunuz...

Doktormuş...

Hakaret kastı yokmuş, teşhiste bulunmuş.

Esasında kendisi değil, “tıp bilimi” yargılanıyormuş.

Suçlu bulunması halinde “Yüce Mahkeme” tarihe geçecekmiş.

Hiç kıvranma Mustafa...

Resmen, alenen ve taammüden hakaret ettin.

Hakaretini de, “46 Raporu verilmelidir” diyerek, yürürlüğü bile bulunmayan bir maddeye atıf yaparak taçlandırdın. (Memlekette olup bitenlerden de bu kadar haberdarsın işte.)

Erdoğan “tıbbi yardım” için muayenehanene gelmediğine ve hastalığının nevini sormadığına göre, canlı yayına çıkıp neyin teşhisini koyuyorsun ve ne hakla böyle bir işe cüret edebiliyorsun?

İlle de teşhis koymak gibi bir merakın varsa, bunu (hâlâ kaldıysa) kendi hastalarına sakla.

Kaldı ki, bir fizik tedavi uzmanının “psikiyatrik” teşhis koyduğunu, üstelik “hasta haklarına” aykırı bir biçimde bunu kamuoyuna taşıdığını ilk kez sende görüyoruz.

Hadi film çekmeyi bilmiyorsun.

Hiç değilse haddini bil ve ettiğin yemine sadık kal.

Star